Advertisement

Son yıllarda finans ya da ekonomi konusunda uluslararası bir toplantı olup da Avrupa'nın konuşulmaması olanaksız. Uluslararası Finans Enstitüsünün yarı yıl toplantılarında da Avrupa çokça konuşuldu. Sorunlar biliniyor. Konuşmalar "Avrupa nasıl kurtulur?" konusuna yoğunlaşıyor.
Avrupa'nın kurtulması konusundaki kilit deyim "yapısal reformlar." Yapısal reformların odaklanması gereken alan olarak da herkes işgücü piyasasının yeniden yapılandırılıp emek verimliliğinin artırılmasına odaklanıyor.

YAPISAL REFORMLAR
Bu alanda verilen en iyi örnek Almanya. 1990'lı yıllarda ve 2000'li yılların hemen başında Almanya işgücü piyasasına esneklik getiren birçok reformu gerçekleştirdi. Sosyal güvenlik sistemini küçümsenmeyecek boyutta yeniden yapılandırdı. Bu reformları yapan siyasiler faturayı ödedi. Ondan sonra gelenler geçmişte yapılan reformların meyvesini topluyor. Avrupa'daki krizin en derin noktasında dahi, Almanya'da işsizlik oranı yüzde 6 iken, bölgenin ikinci büyük ülkesi Fransa'da işsizlik oranı yüzde 12'ye dayandı.
Almanya küresel dengelerin dikte ettirdiği işbölümüne ayak uydurabilirken, diğerleri debelenmeye devam ediyor. İhracat ve ithalatın milli gelir içindeki payı Almanya'da artmaya devam ederken, başta Fransa olmak üzere bölgenin birçok büyük ülkesinde bu oranlar ya sabit ya da çok az artıyor. Zaman içinde Almanya kendinden daha ucuza üretebilen ülkelerden ithalat yapıp ihracattaki rekabet gücünü artırmayı başarabilen neredeyse tek Avrupa ülkesi konumunda. Bütün bu avantajlı konumu Almanya'ya sağlayan son 10 -15 yıldır gerçekleştirilen yapısal reformlar.
Yapısal reform konusunda iki alanı birbirinden ayırmak gerekiyor: Reformlara yönelik yasaları çıkarmak ve çıkan yasaları uygulamak. Yapısal reformlara yasa çıkarmak olarak bakıldığında, Avrupa'nın karnesi çok kötü sayılmaz. Özellikle 2008 yılından bu yana, başta borç krizine giren ülkeler olmak üzere, neredeyse Avrupa'nın tüm ülkeleri küçümsenmeyecek yapısal reformlar yapma kararı aldı. Yasaları yürürlüğe koydular. Ama, alınan sonuçlar tatminkâr olmaktan oldukça uzak. Uzak olmasının nedeni, yapılan reformların yanlış olması değil, yasaların tam olarak uygulamaya geçememesi. Yani, Avrupa'nın durumu IMF ile istikrar programı yapan gelişmekte olan ülkelere benziyor. Dış baskılarla yasalar çıkıyor, ama uygulama olmayınca, sonuç da çıkmıyor.
Yasa çıkarmak ve yasaları uygulama konularındaki en çarpıcı örnek İtalya. Mevzuat açısından bakıldığında, İtalya en rekabetçi ekonomiler arasında. Ama, iş yapma kolaylığı açısından bakıldığında sonlarda.

ORTAM UYGUN DEĞİL
Avrupa'nın hem arz hem de talep yönünden sorunları var. Dolayısıyla, Avrupa'nın kurtuluşu hem arz hem de talep tarafında yapılacak reformlardan geçiyor. Arz ve talep arasında da geçişler var. İşgücü
verimliliği artarken, işgücünün kullanımı da artmak zorunda. Halbuki, Fransa gibi ülkelerde 2009 yılından bu yana hem işgücü verimliliği hem de işgücünün kullanımı azalmakta. Verimlilik ve kullanım arttığında, Avrupa uluslararası rekabette avantajını artıracak. Aynı zamanda, işsizlik maaşlarından tasarruf ederken, artan istihdamla vergi gelirlerini artırabilecek. Kamunun borçlanma ihtiyacı azalırken, yüksek borçluluğun olumsuz dinamiği tersine çevrilebilecek.
"Verimlilik" bu zincirin ilk halkası gibi görünüyor. Verimliliği artıracak yapısal reformları hayata geçirmek için ise bugünkü ortam çok müsait değil. İşsizlik yüksek. İşsizliğin yüksek olduğu bir ortamda, kitlelerin kısa dönemde hoşuna gitmeyecek yapısal reformları yapabilmek bir yana, aksine popülist iktidarların işbaşına gelmesi çok daha büyük bir olasılık. Avrupa bu ikilemin arasında sıkışıp kalmış görünüyor.
Portekiz Başbakanı'nın baş danışmanının dediği gibi, "yapısal reform" denilen şey kitlelere anlatılabilecek bir şey değil. Galiba, Almanya'da olduğu gibi, yapısal reformlar için iktidarı kaybetmeyi göze almak gerekiyor.