Advertisement

2008 Krizi'nden sonra gelişmiş ülkeler parasal genişleme, gelişmekte olan ekonomiler ise uluslararası sermaye akımı bağımlısı oldu. Gelişmişlerdeki parasal genişleme her yerde aynı sonuçları doğurmasa da, uluslararası sermaye akımları tüm gelişmekte olan ekonomilerin canlanmasına neden oldu. O kadar ki, krizin bir noktasında yatırımcılar açısından gelişmekte olan ekonomiler gelişmişlere göre daha iyi bir risk olmuştu. O dönemde gelişmekte olan ekonomilere para yağarken, altın fiyatı da rekorlar kırdı.
Beğenelim ya da beğenmeyelim, kısa dönemde ekonomik dengeleri etkileyen en önemli unsur uluslararası yatırımcıların risk algısı. Risk algısı göreli bir kavram. Çeşitli bileşeni var. Tek bir ülkeye yönelik risk algısı zaman içinde değişebileceği gibi, genelde risk algısı bir grup ülkeye yönelik oluşuyor. Örneğin, Avrupa'ya yönelik risk algısı söz konusu olduğunda, Yunanistan, Portekiz, İrlanda, İspanya gibi ülkeler Slovenya ya da Çek Cumhuriyeti gibi ülkelere yönelik risk algısını da kötüleştirebiliyor.

BOZULAN GÖRELİ RİSK ALGISI
2009-2012 yılları arasında gelişmekte olan ekonomilere yönelik risk algısı o denli olumluydu ki, grup olarak gelişmekte olan ekonomiler çok ciddi miktarlarda uluslararası sermaye çekebildi. Ülkelerin kendine özgü sorunları o dönemde göz ardı edildi. Uluslararası yatırımcı parasını koyacak yer aradı. O dönemde neredeyse arz talebini yarattı. Para çok ucuzdu. Dolayısıyla, gelişmekte olan ülkelerde yatırımlar arttı, tüketim patladı. Bazıları cari işlemler açığında rekorlar kırdı. Bazıları artan enflasyonla mücadele etmek zorunda kaldı. Türkiye ikisini de yaşadı.

BÜYÜMENİN DÜŞMESİ DE SORUN
Şimdi, gelişmekte olan ekonomilere yönelik risk algısının göreli olarak eskisi kadar olumlu olmadığı bir dönemi yaşıyoruz. Risk algısının bozulması yalnızca gelişmekte olan ekonomilere özgü sorunlardan kaynaklanmıyor. Özellikle Amerikan ekonomisine yönelik risk algısının düzelme yolunda olması gelişmekte olan ekonomilere yönelik göreli risk algısını olumsuza çevirdi. Böyle dönemlerde uluslararası sermaye arzı azalırken, talep arzın arkasından koşmaya başlar. Para daha maliyetli hale gelir. Yatırımlar azalır, tüketim ertelenir. Ekonomik büyüme performansı düşer. Önümüzdeki dönemde uluslararası sermaye akımlarının göreli olarak kıtlaştığını görmek şaşırtıcı olmayacak. Özellikle Japonya ve Avrupa ekonomilerinin de düzelme yoluna girmesi bu eğilimi daha da güçlendirebilir. Çünkü, gelişmişlerin içinde dünyanın en borçlu ülkeleri Avrupa ve Japonya. Bu ülkelerin milli gelirlerinin çok üzerinde bir borç stokunu çevirmeleri söz konusu. Aynı zamanda, taze borçlanma ihtiyaçları da çok yüksek. Risk algısı bu ekonomilere yönelik düzeldikçe, gelişmekte olan ekonomilere yönelik risk algısının göreli olarak bozulması devam edecek. Faizler yükselecek. Paraları değer kazanacak. Gelişmekte olan ülke paraları göreli olarak değer yitirecek.
Türkiye açısından cari işlemler açığını sürdürmenin daha zor olduğu bir dönem söz konusu. 2011 yılının sonunda paranın bol olduğu dönemde cari işlemler açığının azaltılmasına yönelik girişimlerle ekonomik büyüme yüzde 2'lere çekilmişti. Şimdi aynı şeyi bizim için uluslararası piyasalar yapıyor. Risk algısı açısından Türkiye avantajlı bir konumda değil. Ekonomik büyümenin yüksekliği yabancı yatırımcılar açısından her zaman çekicidir. Büyümenin teklemesi ise risk algısını tek başına olumsuza çevirebilir. Çin ekonomisi buna en iyi örnek.
Bir seyahatim nedeniyle yazılarıma bir süre ara veriyorum.