Advertisement

Uluslararası toplantılarda farklı platformlarda farklı sorunlar masaya yatırılıp çözümler tartışılıyor. Bir salonda yapılan tartışmalar, masadaki sorunlara akılcı çözümler üretmeye çalışırken, bir başka salonda yapılan tartışmalar yandaki salonda masaya yatırılan sorunları daha da ağırlaştıran çözümler üretebiliyor. Sorunlar karmaşıklaştıkça, her derde deva çözümler üretmek olanaksızlaşıyor. Ekonomi bilimini ilginç yapan da zaten bu yapı. Amaçlarla, eldeki araçlar çoğu zaman çelişki yaratabiliyor.
Masaya yatırılan sorunlardan biri ekonomik büyümenin küresel düzeyde giderek düşüyor olması. Eskiden bu sorun yalnızca gelişmiş ülkelere özel bir durummuş gibi ele alınırdı. Gelişmekte olan ekonomiler büyüme rekorları kırardı. Bu dönem bitti. Ekonomik büyüme her yerde düşüyor, düşen ekonomik büyüme giderek daha az istihdam yaratıyor.
Bir başka sorun, 2008 yılında derinleşen küresel krizi yaratan olguların bir daha yaşanmaması. Daha sağlam ve daha istikrarlı birfinansal sistemin nasıl yaratılabileceği en aktüel konulardan biri.

DÜŞEN BÜYÜME
2000 yılından bu yana gelişmekte olan ekonomiler, rekor düzeyde uluslararası sermaye çekti. Ekonomik büyümeleri hızlandı. Bu dönemde gelişmekte olan ekonomiler ortalama yıllık yüze 7'nin üzerinde büyüdüler. Bu grubun yıldız ülkesi Çin, çift hanelerde büyüyebildi. Şimdi gelişmekte olan ekonomiler yılda ortalama yüzde 5'in biraz üzerinde, Çin yılda yüzde 8 kadar büyüse, büyük başarı sayılacak. Böyle bir başarı ufukta görünmüyor. Neden?
Gelişmekte olan ekonomiler 2000'li yıllarda giderek uluslararası sermaye bağımlısı oldular. Yapısal olarak cari işlemler açığı veren ülkeler bu dönemde daha yüksek açıklar vermeye başladılar. Cari işlemler dengesinde fazla verenler ise fazlalarını azalttılar, açık vermeye başladılar. Ekonomik büyüme tatminkâr olmanın ötesine geçtiğinden, yapısal sorunlar ikinci plana atıldı. Üretimde verimlilik gibi olgulara fazla değer verilmedi. Uluslararası rekabet bir anlamda önemini kaybetti. Para boldu. Bol para sorunları örttü. Şimdi gelinen noktada, uluslararası sermaye göreli olarak kıt hale geldi. Ama, bol paranın üzerini örttüğü sorunlar olduğu gibi ortada. Sorun, konjonktür sorunu değil, artık yapısal. Bir anlamda, şapka düştü, kel görünmeye başladı.
2000'li yılların ortalarında Hindistan'ın cari işlemler açığı milli gelirlerinin yüzde 1'i iken, ekonomik büyümesi yüzde 8 lere ulaşmıştı. Türkiye'de de öyle. Milli gelirimizin yüzde 6'sı kadar bir cari işlemler açığı ile yüzde 7'yi aşan büyüme performansı söz konusuydu. Şimdi, Hindistan yüzde 5 cari işlemler açığıyla yüzde 4 büyüdüğünde seviniyor. Biz, yüzde 7 cari işlemler açığıyla ancak yüzde 3'ün biraz üzerinde büyüyebiliyoruz. Kısacası, uluslararası sermaye akımlarının ekonomik büyüme yaratma kapasitesi düştü.
Gelişmekte olan ülkeler yapısal sorunlarının üzerine gitmek zorunda. İşgücü piyasasına esneklik kazandırmak çözüm listesinin başında. Kurumsal yönetimi iyileştirmek bir başka konu. Vergi sisteminin verimliliği artıracak biçimde yeniden yapılandırılması şart. Listeyi daha da uzatabiliriz, ama küresel düzeyde bir başka sorun daha var.

POLİTİKA UYUMU
Merkez bankaları küresel düzeyde bolca para basıyor, ama basılan para giderek daha az uluslararası sermaye akımı hacmi yaratıyor. Göreli olarak sıkı para döneminde (kriz öncesi) çok büyük hacimlerde uluslararası sermaye akımı yaratılabilirken, şimdi küresel düzeyde olabildiğince gevşek para politikasına rağmen, uluslararası sermaye akımları daralıyor. Paranın dolaşımında uluslararası sorunlar var.
Ekonomik büyümede sorunlar yaşandığı bir dönemde, paranın dolaşımındaki sorunlar bir yanda, küresel düzeyde finans sisteminin yeniden yapılandırılıp 2008 yılında düşülen duruma bir daha düşülmemesi için yapılabilecekler bir başka tarafta. Bunlar birbiriyle uyumlu mu? Bir başka yazıda devam edeceğim.