Advertisement

Ekonomik ortama sis bastı. Ekonomik birimlerin önlerini görmeleri zorlaştı, hatta olanaksızlaştı. Yatırımlar artsın diye sektör ya da coğrafi bölgeye bakılmaksızın az ya da çok özel sektöre birçok teşvikler verilir. Bu teşviklerin gerçekten arzulanan sonuçları yarattığı şüphelidir. Aslında, en büyük teşvik özel sektörün önünü görebilmesidir.

Bu sıralarda ekonomide hiç kimse önünü göremiyor. Ekonomik birimlerin önünü görmelerini engelleyen en büyük etken bizim gibi ülkelerde döviz kurlarının nereye gideceğinin bilinmemesidir. Şimdi böyle bir ortamdan geçiyoruz. “Dövize ne olacak?“ sorusu ne kadar sık sorulursa, ekonomik ortam o kadar kötü demektir. Önünü göremeyen ekonomik birimler tüketimlerini ertelerler, yatırımlarını mümkünse iptal ederler. Sonuçta, iç talep çöker.

Ekonomik büyüme durur ya da eksiye döner. Küçülen ekonomi ile berber dış açıklar da düşme eğilimine girer. Bu sürece ekonomide düzeltme diyemeyiz. Bu, en hafifinden bir krizdir.

FARKLI BİR SÜREÇ

Döviz kurlarının terbiye etme etkisi oldukça güçlüdür. 2001 krizinde döviz kurlarının bu etkisi kullanılmıştı. “Dalgalı kur“ adı altında döviz kurlarının gidebileceği yere kadar gitmesine izin verilip daha önce lafı bile edilmeyen yapısal reformların uygulamaya geçmesi kolaylaşmıştı. Bunun dışında, o dönemde TL’nin serbest düşüşü ekonomik daralmayı derinleştirmekten başka bir işe yaramadı. Uzun süre de TL reel olarak değerlendi. TL değerlendikçe, ekonomik büyüme hızlandı.

Yapısal reformların getirdiği ivmeyle beraber enflasyondaki düşüş hızlandı. Şimdi farklı bir süreçten geçiyoruz. TL’nin değeri üzerindeki baskı nereden gelirse gelsin, döviz kurlarının terbiye edici etkisinin kullanılacağı bir konu yok ortada. Döviz kurları fırlıyor diye, siyasi gerginliklerin yumuşaması söz konusu değil. Aksine, siyasi gerginlikler arttıkça, TL üzerindeki baskı artabilir. O halde, döviz kurlarının hareketliliğinden kaynaklanan olumsuzlukları törpülemek gerekiyor. Nedeni siyasi diye törpülenmediğinde, Türkiye ekonomisi çok ciddi bir maliyet ödemek durumunda kalacak. Bu alanda sorumluluk Merkez Bankası’na düşüyor.

DAVETİYE ÇIKARILMAMALI

Birkaç yıldır Merkez Bankası üzerine vazife olmayan birçok alanda kendine vazife çıkardı. Finansal istikrarı koruma adına cari işlemler açığının kontrol edilmesini üstlendi. Faizlerin yükselmesini engellemeye çalıştı. Ekonomik büyümeyi önce yavaşlatıp sonra hızlandırmak istedi. Tüketici kredilerindeki artışı frenlemeyi arzuladı. Bütün bunları yaparken, asıl görevi olan fiyat istikrarı konusuna yan gözle bakmak zorunda kaldı.

Merkez Bankası asıl bugünlerde sahneye çıkmak durumunda. Döviz kurlarındaki yükselmenin getirdiği belirsizliklerin yaratacağı olumsuz ortam ancak Merkez Bankası’nın döviz piyasasını sakinleştirmesiyle düzelebilir. Bunu yapabilecek başka bir otorite de yok. Böyle ortamlarda ne kadar döviz satılacağının önceden açıklanması pek fazla işe yaramaz. Otoritelerin beyanatlarının da olumlu etkisi ya çok kısa sürer ya da hiçbir etkisi olmaz. Etkili olacak girişim, Merkez Bankası’nın doğrudan aktif olarak piyasaya döviz satmasıdır.

Bu satışlar bazen günde bir milyar doları aşabilir, bazen 100 milyon doların altında kalabilir. Önemli olan, Merkez Bankası’nın “Ben buradayım“ demesidir. Bugün sakinleşen piyasa yarın aldığı dövizleri yeniden Merkez Bankası’na getirir. Bir merkez bankasının döviz piyasasının dışında yüzde yüz etkin olabileceği başka hiçbir piyasa yoktur. Gerektiğinde bu güç kullanılmalıdır. Şimdi, bu gereklidir. Sisin kaldırılması ya da hafifletilmesi şu anda Türkiye ekonomisinin en önemli önceliğidir. Aksi takdirde, bir düzeltmeyi değil, bir krizi davet etmiş oluruz.