Advertisement

  Üniversitede öğrenci olduğum dönemde biri bana ileride bir gazetede düzenli olarak yazı yazacağımı söyleseydi inanmazdım. Yalnız inanmamakla kalmaz, bana hakaret edildiğini düşünürdüm.O dönemde nedense gazetecilik mesleğinden olmayanların gazetelerde yazı yazması bana ters gelirdi. Aşağılık bir iş yapıldığını düşünürdüm. Bir gün bu görüşümü sınıfta terbiyesizliğe varan bir biçimde hocamla paylaştım.

  Hocam, bize nüfus ekonomisi dersi veren Baran Tuncer idi. Dönem, Türkiye’nin en karanlık dönemlerinden biriydi. Üniversitelerde her gün çatışma olur, çoğu zaman çatışmalar birkaç öğrencinin ölümüyle sonuçlanırdı. Ülkenin gençleri sağsol çatışmasının kurbanlarıydı. Üniversitelerde dersler boykot edilir, üniversite öğrenimi ideolojik çatışmalara kurban edilirdi. Biz kafeteryada yemek fiyatları artınca dersleri boykot ederdik!

  O dönemde gazetelerden birinde Baran Tuncer’in bir yazısı yayınlandı. Yazı, bu çatışmaların Türkiye’yi hiçbir yere götüremeyeceğine vurgu yapıp bir anlamda tüm tarafları akılcı bir platforma davet ediyordu. Bu yazıyı alıp sınıfa gittim. Neden böyle bir yazı yazdığını sordum? Aslında, benim açımdan önemli olan yazının konusu değil, bir bilim adamı olarak gördüğüm Baran Tuncer’in neden böyle aşağılık bir iş yapmış olduğu idi. Baran Hoca, benim terbiyesizce çıkışımı büyük bir sükûnetle dinledikten sonra “Bazen içinden geçen fikirleri geniş kitlelerle paylaşma ihtiyacı içine giriyorsun. Belki bu fikirleri geniş kitlelerle paylaşırsan, bir faydan olabileceği umuduna kapılıyorsun. Bu düşüncelerle bu yazıyı kaleme aldım” dedi. Bu yanıt yirmi yaşındaki bir üniversite gencini elbette tatmin etmemişti. Bana göre, bir bilim adamı günlük gazetelere düşmemeliydi. Bilim, bilim için yapılmalıydı.

ÖĞRENECEK ÇOK ŞEY VAR

  Ben üniversiteden mezun olduktan sonra Türkiye daha da fazla karıştı. Çatışmalar öğrencilerin arasında olmaktan çıkıp toplumun farklı kesimlerine sirayet etti. Suikastlar birbirini izledi. Türkiye daha da karardı. O dönemde yaşananları izledikçe Baran Tuncer’in o yazıyı yazarken içinden geçenleri daha iyi anlayıp hak vermeye başladım. Bilimin yalnızca bilim için yapılamayacağını, bilimin toplum için olması gerektiği gerçeğini kavramaya başladım. Gıyabında Baran Hoca’ya sevgi ve saygım tarif edemeyeceğim boyutta arttı.

  Ben Amerika’da doktora yaparken, o da Dünya Bankası’nda çalışmaya başlamıştı. Dünya Bankası’nda bir yaz çalışırken, Baran Hoca ile birçok kahve sohbetim oldu. O, sakin, yatıştırıcı kişiliği, yumuşak ve kelimelerini dikkatle seçerek yaptığı sohbetlerle birleşince Baran Tuncer benim için hep yol gösterici bir “rol modeli” oldu. Hâlâ da olmaya devam ediyor.

  Geçenlerde Baran Tuncer’in Tarihçi Kitabevi’nden “Aklımda Kalanlar“ isimli kitabı çıktı. Bir nefeste okudum. Yer sofrasında yemek yemekle başlayan hayatında yurtiçinde ve yurtdışında başarılı bir akademisyen olup DPT’de çalışmış, Türkiye’nin zor dönemlerinde bakanlık dahi yapmış, daha sonra akademiye dönüp benim gibi patavatsızlara hayat dersi vermiş, dünyanın prestijli akademik dergilerinde makaleler yazmış, Dünya Bankası’nda başarılı çalışmalar yapmış, CHP kontenjanından atandığı halde İş Bankası’nda bir bilim adamı kimliğiyle Yönetim Kurulu üyeliği yapmış, benim gibi günlük bir gazetede yazılar yazmış birinin aklında kalanları okumak benim için büyük bir zevk oldu. Baran Hoca beni bir kez daha şaşırttı. Hayatını bu denli bir alçakgönüllülükle dile getirmesi kendisine olan saygımı daha da artırdı. Kitabı çıkmadan da böyle bir yazı yazmayı planlıyordum. Bu yazı Baran Hoca’ya geç kalmış bir teşekkür oldu.

  Kitabı herkese, özellikle de gençlere tavsiye ederim. İçinde yaşadığınız topluma yararlı olabilmek için öğreneceğiniz çok şey var bu kitapta.