Advertisement

TÜRKİYE ekonomisinden söz açılınca genellikle üç konuda sorular yoğunlaşıyor: Cari işlemler açığının geldiği düzey, özel kesimin dış borçluluğundaki artış ve iç siyasetin karışması. Bu üçlü Türkiye ekonomisini riskli ülkelerin başına koyuyor. Risklerin ilk ikisi hakkında "Dünden bugüne ne değişti?" diye sorulabilir. Cevabın bir bölümü grafikte.
Grafikte beş yıllık dönemler itibarıyla ekonomik büyümenin hareketli yıllık ortalaması sağ eksende gösteriliyor. Sol eksende ise beş yıllık dönemler itibarıyla cari işlemler açığı/milli gelir oranının hareketli ortalaması veriliyor. Gidişat çarpıcı. Beş yıllık dönemler itibarıyla yıllık ortalama ekonomik büyüme 2000'li yılların ilk yarısında yüzde 7'lere kadar çıkarken, 2006 yılından itibaren yıllık ortalama büyüme düşüyor. Buna karşılık cari işlemler açığının milli gelire oranı kararlı bir biçimde artmaya devam ediyor. Özellikle 2009 yılından sonra yıllık ortalama ekonomik büyüme yüzde 3-4 bandına sıkışırken, cari işlemler açığının milli gelire oranı yüzde 6'yı aşıyor.
Türkiye ekonomisinde büyümenin motoru cari işlemler açığı derken, artık motor gücünü kaybetmiş görünüyor. Gaza bassak dahi motor gaz yemiyor.

DÜŞEN BÜYÜME
Morgan Stanley'de yükselen ekonomi bölümünün şefi (head of emerging markets) Ruchir Sharma'nın Financial Times Gazetesi'nde, 3 Mart 2014 tarihinde çıkan yazısındaki saptamalar çarpıcı. 1960 yılından bu yana 186 ülke içinde en az beş yıl cari işlemler açığının milli gelire oranı yüzde 5'in üzerinde kalmış 15 büyük ekonomi var. Bunların arasında 1 970'lerde Polonya ve Norveç, 1970 ve 1980'lerde Brezilya, 1990'larda Tayland ve son yıllarda Yunanistan var. Bu on beş ülkenin on üçünde beş yıldan sonra ortalama büyüme yıllık yüzde 5.8'den yüzde 3.2'ye düşmüş. Sonuçta, çoğu da döviz krizi (currency crisis) yaşamış. Büyüme konusunda galiba diğer ülke deneyimlerine paralel bir gelişme Türkiye'de şimdiden yaşanmaya başladı.
1980'li ve 1990'lı yıllarda Türkiye'de cari işlemler açığının milli gelire oranı yüzde 4'e yaklaştığında, kriz sinyalleri duyulmaya başlanırdı. Küresel sermaye hareketlerinin yaygınlaşıp derinleşmesiyle 2000'li yıllarda yüzde 4 eşiği çok kolay aşılabildi. Çok fazla sorun yaşamadan bugünlere geldik. Ama, yeni konjonktürde 2000'li yıllarda yaşanan bolluk olmayabilir. Zaten düşen ortalama büyüme daha da düşebilir. Dünden bugüne değişen şartların bir diğeri bu.

 

ARTAN DIŞ BORÇLANMA İHTİYACI
Cari işlemler açığını nasıl finanse ettiğimize gelince, hâkim etkenin devlet dışı kesimin dış borçlanması olduğunu görüyoruz. Örneğin, 2001 -2005 döneminde yıllık ortalama 10.5 milyar dolar net dış finansmanın üçte birinin doğrudan yabancı yatırımlardan, üçte birinin portföy yatırımlarından, üçte birinin de doğrudan borçlanmalardan geldiğini görüyoruz. 2006-2010 döneminde, doğrudan borçlanma toplam dış finansmanın yüzde 54'üne geliyor. 2011-2013 dönemindeki üç yılda ise toplam net dış finansmanın yüzde 41'i portföy yatırımlarından, yüzde 43 ü doğrudan borçlanmalardan kaynaklanıyor. Kısacası, giderek daha büyük dış finansman ihtiyacı içinde, giderek daha fazla borçlanarak bu finansmanı sağlıyoruz.
Eskiden doğrudan yabancı sermaye bugünkü boyutlarda gelmezdi. Ama, dış finansman ihtiyacımız da bu boyutlarda değildi. 1981-1995 döneminde toplam net dış finansmanın yüzde 30'u doğrudan yabancı yatırımlardan gelirken, bu oran 2011-2013 döneminde yüzde 15'e indi. Dünden bugüne değişen şartların bir diğeri de bu.