Advertisement

Avrupa Merkez Bankası (ECB) dünkü yazımda söz ettiğim Alman Merkez Bankası (Bundesbank) olabilir mi? Kısa yanıt: Olamaz! Fiyat istikrarına odaklı para politikasının başarısı maliye ve diğer bütün politikaların da fiyat istikrarına odaklı olması yoluyla söz konusu olabilir. Maliye politikası tvist yaparken, para politikasına vals yaptıramazsınız. Bundesbank’ın başarısı Almanya’nın uyguladığı maliye politikalarının da fiyat istikrarına uygun olmasından kaynaklanıyordu. Maliye politikaları fiyat istikrarının devamına risk yarattığında siyasi iktidar ile Bundesbank çatışıyordu. Kazanan, Alman halkının desteği ile Bundesbank, yani fiyat istikrarı oluyordu.

EURO BÖLGESİ ALMANYA DEĞİL
1970’li yıllarda yaşanan Petrol Şoku döneminde tüm dünyada enflasyon artmıştı. Enflasyonun en az arttığı ülkelerden biri Almanya idi. Bundesbank yıllık yüzde 4 enflasyon hedefi koyduktan sonra Almanya hükümeti toplu iş sözleşmesinde yüzde 8’e yakın ücret zammı yapmaya sıcak baktı. Dönemin Bundesbank başkanı Almanya başbakanından acil bir randevu talep edip ücret zamlarının yüzde 8 olması durumunda para politikası faizini bir puan artırmak zorunda kalacaklarını söyledi. Başbakan tehditlere pabuç bırakmam yönünde kamuoyu önünde açıklamalar yaptıktan sonra ücret ayarlamasının yüzde 8 olması kararlaştırıldı. Aynı günün öğleden sonrasında Bundesbank Meclisi olağanüstü toplantı yaptı ve para politikası faizini bir puan artırdı. Ücretleri yüzde 8 artanlar dahi faizlerin artması nedeniyle hükümeti suçlamaya başladılar. Başbakan’ın popülaritesi bu şekilde aşınmaya başladı.

Euro Bölgesi Almanya değil. Euro Bölgesi’nde bir değil, on yedi değil, her gün değişebilen yüz çeşit maliye politikası var. Dolayısıyla, ECB yalnız. Euro kullanan ülkelerdeki maliye politikaları ECB’ye destek değil, köstek oluyor. ECB içindeki Bundesbank da buna itiraz ediyor. İtiraz ederken, deflasyon riskini kabul etmiyor. Deflasyon riski ile mücadele ederken, enflasyon riskinin artacağından korkuyor. O halde, ECB için en iyi duruşun hiçbir şey yapmaması ve gelişmelerin dışında kalması olduğunu savunuyor. Eğer Euro bugünkü haliyle devam edecekse, kısa dönemde hedef buysa, bu yaklaşım çok gerçekçi olmayabilir. İktisatçıların enflasyon olgusunu incelerken kullandıkları en uygun laboratuvarlardan biri, 1920’li yıllarda Almanya’da yaşanan hiper enflasyon dönemidir. Deflasyon olgusu için iyi bir laboratuvar, 1929 yılında başladığı kabul edilen Büyük Buhran ile birlikte Amerika’da yaşanan deflasyon dönemidir. Son yıllarda Japonya da bu konuda iyi bir laboratuvar oldu. Deneyimler gösteriyor ki, deflasyonla mücadele etmek enflasyonla mücadele etmekten daha zor ve mücadele çok daha uzun sürüyor.

Avrupa deflasyon sürecine girdiği takdirde, son beş yıldır yaşanan sorunlar daha da ağır bir biçimde yine masaya gelecek. Asıl deflasyon riski de Almanya’da, diğer Euro ülkelerinde değil. Euro Bölgesi’nin borç sorununu çözebilmesi için borç sorunu yaşayan ülkelerin daha rekabetçi olması gerekiyor. Aynı para içinde bunun sağlanmasının yolu enflasyonun Avrupa’nın büyük ülkelerinde daha yüksek, sorunlu ülkelerde daha düşük olması. Sorunsuz ülkelerde fiyatlar arttıkça, fiyatları daha az artan sorunlu ülkeler mallarını daha rahat satabilecekler. Almanya, sorunlu ülkelerin en çok mal sattığı ülke. Eğer kısa dönemde sorunlu ülkelerin rekabet gücü artacaksa, Almanya’daki deflasyon sorunlu ülkelerde daha da derin bir deflasyon olmasını gerektiriyor. Bu pek olası değil. Dolayısıyla, Almanya’da yaşanacak bir deflasyon süreci gerçekten tüm Avrupa’da son yirmi yılda Japonya’nın yaşadığı gibi uzun süren bir çöküşü başlatabilir. Bu olasılık Bundesbank için yeterince korkutucu değil galiba.