Advertisement

Devletin özel sektör tarafından üstlenilen sosyal ve/veya ekonomik katkısı yüksek projelerin gerektirdiği dış kredilere garanti vermesi doğal. Devletin rolü, projenin büyüklüğü dolayısıyla, kendi kredibilitesi ile yurtdışından borçlanamayacak özel sektörün arkasına devletin kredibilitesini koymaktan başka bir şey değil. Hangi projeye hangi şartlarda garanti verileceği konusunda devlet seçici olmak zorunda. Seçici olurken, garanti verme süreci, projenin içeriğinden özel sektörün projeye koyması gereken özkaynak miktarına, garanti verilecek dış kredinin alım şartlarından projenin hayatı boyunca yaratacağı katkılara kadar tüm alanlarda şeffaf olması ve süreçte hesap verilebilir bir yapının kurulması ön şart olmalı.

Hazine’nin geçenlerde yaptığı açıklamadan “ticari sır” altında şeffaflıktan uzaklaşılmaya çalışıldığı anlaşılıyor. Devlet her proje için alınacak dış krediye garanti veremez. Bu konu abartıldığında, bundan böyle hiçbir proje devlet garantisi olmadan dış kredi bulamaz. Dolayısıyla, devletin dış kredisine garanti verebileceği özel sektör tarafından yürütülen proje adedi ya bir olur ya da iki. Birkaç yılda 5-10 projeye birden devlet garantisi söz konusu olursa, Türkiye’nin dış kredi bulabilme olanakları da ciddi bir biçimde tıkanmış olur. Asgari proje büyüklüğü (1 milyar TL), Hazine’nin garantisine ihtiyaç duyması açısından oldukça düşük. Bu yapıda talep çok olur. Çok talep böyle bir sistemin yozlaşmasına neden olabilir. Sistem istismara açık olmamalı.

ZIMNİ GARANTİ HER ZAMAN VAR

Borç verenler daima verdikleri borcun geri ödenebileceği konusunda teminat ister. Bazen bu teminat, kredi verdikleri birimin arkasındaki finansal olarak daha güçlü bir kuruluştur. Bazen de şirketin bilançosu bir çeşit teminat görevi görür. 1984 yılından sonra Türkiye’de yerleşik bankaların döviz yönetmesine izin verildi. Doğal olarak Türk bankaları yurtdışından borçlanabilme olanağına kavuştu. Bir gün çok büyük bir yabancı bankanın en üst yöneticisi gelip Türkiye’deki bankaların arkasında Merkez Bankası’nın olup olmadığını sordu. Merkez Bankası’ndan bankaların dış borcuna zımnen garanti istenmişti. Doğal olarak sorunun yanıtı olumsuzdu. Türkiye’de yerleşik bankalar her zaman kendi kredibiliteleriyle dış kaynak elde ettiler. Ama 2001 yılının başında işler kızışınca, yasal hiçbir zemini olmadığı halde, Türkiye’nin Başbakan’ı bir basın toplantısı düzenleyip Türkiye’deki bankaların tüm dış borçlarının devlet garantisi altında olduğunu söylemek zorunda kaldı. IMF’den alınan mali yardım ancak bu söz üzerine serbest bırakıldı. İşler bozulduğunda, yurtdışındaki alacaklılar her kuruş alacağının arkasında devleti görmek ister. Eliniz zayıfsa, bundan kurtuluş olmaz. Devletin, özel sektörün borcuna garanti vermemiş olması hiçbir şeyi değiştirmez.

EV ÖDEVİ İYİ YAPILMALI

Devletin dış kredilerine garanti vereceği proje(ler) yeni olmak zorunda. Daha önce özel sektör tarafından üstlenilmiş projelere dış kredi bulunamıyor diye sonradan devlet garantisi eklemek, devlet tarafından haksız kazanç sağlamak anlamına gelir. Böyle bir gereklilik varsa, proje yeniden ihaleye çıkarılır. Projenin devlet garantisine ihtiyaç duyabileceği önceden saptanmak zorunda. “Hele bir ihaleye çıkılsın da, kazanan dış kredi bulamazsa devlet garantisi verilir” yaklaşımı tüm özel sektör dış kredilerini bir gün devletin üstlenmesi sürecinin başlangıcı olur. Hazine’nin yaptığı açıklamaya göre, böyle bir tehlike yok. Her konuda olduğu gibi, bazı projelerde özel sektörün dış kredisine devlet garantisi vermek kötü bir fikir olmayabilir. Ama doğru kullanılmadığında, daha büyük sorunların yaratılmasının da temeli olabilir.