Avrupa Merkez Bankası (ECB), Avrupa ekonomilerindeki deflasyon riskini sınırlamak ve Euro’nun değerini düşürerek ekonomik büyümenin önündeki engelleri kaldırmaya yönelik yeni parasal önlemleri açıkladı. Önlemlerin hepsi beklenen türdendi. Bu önlemlere “ECB şapkadan yeni bir tavşan çıkardı” diyemeyiz. Önlemlerin hemen derde deva olabileceği de oldukça şüpheli.
Negatif faiz nihayet hayata geçti. Artık bankalar ECB’ye mevduat yaptıklarında, bir getiri elde etmek yerine, yıllık olarak mevduatlarının yüzde 0.1’ini kaybedecekler. Bir çeşit vergi. Amaç, bankaların ellerindeki parayı ECB’ye mevduat yapmak yerine kredi vermelerini teşvik etmek. Daha önce bu mevduatlardan bir getiri zaten elde etmiyorlardı, ama mevduat yapmaya devam ediyorlardı. Mevduata vergi gelmesi elbette bankaların davranışını değiştirebilir. Değişirken de, bankaların daha az borçlanarak daha az likit olmaları sonucu da ortaya çıkabilir. ECB bankalara verdiği borcun faizini yıllık yüzde 0.75’ten yüzde 0.40’a düşürdü. Amaç, bankaların ECB’den daha fazla borç almalarını teşvik etmek.
Bu iki önlem bir arada düşünüldüğünde ortaya çıkan sonuç şu: “ECB bankalar daha fazla borçlansın, ama borçlandıkları paraları bana yatırmasınlar, kredi versinler” demek istiyor. ECB bunu 5 yıldır söylüyor, ama bankalar pek aldırmıyor. Çünkü, piyasa dinamikleri ECB’nin önlemlerinden daha güçlü.
PİYASA DİNAMİKLERİ
ECB’nin işini zorlaştıran piyasa dinamikleri neler? En önemli makro ekonomik konu, birçok Avrupa Birliği ülkesinin ortak sorunu olan bütçe açıkları ve borçlanma sorunu. Avrupa’nın tümünde “kemer sıkma politikası” hâkim. ECB bir taraftan para politikası yoluyla Avrupa ekonomilerini canlandırmaya çalışırken, Avrupa ekonomilerinin birçoğu daraltıcı maliye politikaları uygulayarak para politikasının yapmaya çalıştığının tam tersini gerçekleştirmeye çalışıyor. Büyüme sınırlı, fiyatlar düşme eğiliminde. Böyle bir ortamda, banka kredilerine talep düşüyor, banka kredisi talep edenler de oldukça riskli. Bankalar kredi verme kriterlerini yukarı çekiyor. Yani, banka kredilerinde hem arz hem de talep düşme eğiliminde. Mikro alanda en önemli sorun bankaların sermaye açıkları. Daha tam resmi hiç kimse bilmese de, birçok Avrupa bankasının ek sermayeye ihtiyaç duyabileceği uzun süredir şüphe edilen bir konu. Bankalar yükseltilen sermaye yeterliliğini tutturabilmek için yeni sermaye bulmak yerine, bilançolarını küçülterek (riskten kaçarak) ellerindeki sermaye miktarının sermaye yeterlilik düzeyinde gelmesine çalışıyor. Bu strateji bankaları risksiz alanlara yönlendiriyor.
STRES TESTİ VE DOĞRUDAN PARASAL GENİŞLEME
ECB’nin açıkladığı önlemlerin hiçbiri bu sorunları tedavi edebilecek nitelikte değil. Dolayısıyla, başarılı olma şansı da çok yok. Kısa dönemde Euro değer kaybedebilir, ama geçici olur. Para politikasının arzulanan sonuçları doğurabilmesi için “şapkada hiç tavşan yok” diyemeyiz. ECB tavşanı galiba sona saklıyor. Bu yılın ekim ayında Avrupa bankalarına uygulanan stres testinin sonuçları belli olacak. Bankalardan eksik kalan sermayelerinin tamamlanması istenecek. Bu süreç tamamlanana kadar Avrupa bankalarının ekonomiye katkı yapmalarını beklemek çok gerçekçi görünmüyor. ECB’nin alabileceği bir başka önlem ticari bankaların yapamadıklarını ECB’nin bizzat kendisinin yapmaya çalışması olabilir. ECB şirket borçlanma senetlerini ikinci piyasada satın alabilir. Bu yolla, bankalar yoluyla ekonomiye sokmaya çalıştığı para doğrudan ekonomiye sokulmuş olur. Bunun için Almanya’nın biraz daha ikna olmaya ihtiyacı var. Draghi-Merkel görüşmesi belki de bu konuya yoğunlaşacak.
Test sonuçları ve sonuçlara dayalı önlemlerle belli bir kredibiliteye kavuşan bir bankacılık sistemiyle bu yaklaşım parasal aktarım mekanizmasındaki sakatlığa bir çare olabilir.