Advertisement

Avrupa para basıyor. Amerika para basmayı bu yıl sonuna kadar durduracak, ama parasal sıkılaştırma şimdilik ufukta görünmüyor. Dolayısıyla, uluslararası piyasalarda moraller yüksek. Piyasalarda bir coşku var. Tüm endeksler rekor düzeydeler.
Türkiye ekonomisi de bu ortamdan olumlu etkileniyor. Jeopolitik riskleri bir kenara bırakırsak, “gelsin paralar” dönemi başladı ve devam edeceği beklentisi hâkim. Hisse senedi piyasası rekorlar kırarken, faizler düşüş eğiliminde. Türk Lirası değerlenme sürecinde. Bu süreçte Merkez Bankası’nın üzerindeki “faizleri indir” baskısı doğal olarak artıyor.

ÖNCELİK NE?
Merkez Bankası yeniden birden fazla hedefi kollamak durumunda. Önem sırasını bilemesek de, enflasyon, cari işlemler açığı, TL’nin değeri ve ekonomik büyüme yeniden Merkez Bankası’nın radarına girdi. Enflasyonun yüzde 10’a yaklaştığı bir dönemde Merkez Bankası’nın yeniden birden fazla hedefi kollamak durumunda kalması işini zorlaştırıyor.
İhracat iyi gidiyor. Altın ithalatındaki duraksamanın da katkısıyla cari işlemler açığı düşme eğiliminde. Böyle bir ortamda, TL’nin değer kazanmasının önüne geçilmeli diye düşünenler çok. O halde, Merkez Bankası bir yandan kısa vadeli faizleri indirerek TL varlıklarının yabancılar için çok cazip olmasını önlemeli, diğer yandan da piyasadan döviz alarak TL’nin nominal olarak değer kazanmasını engellemeli. Kısacası, Merkez Bankası para basmalı. Söylenenlerin özeti bu.
Avrupa ya da Amerika’daki gibi enflasyon hedeflenenin altında olsa, bu stratejinin korkulacak tarafı yok. Ama, yıllardır yüzde 5 olarak tespit edilen yıllık enflasyon hedefini tutturamadığımız gibi, bu yıl sonu için yapılan enflasyon tahminleri yıllık yüzde 7’nin dahi üzerinde. Enflasyon önem sırasında birinciyse, Merkez Bankası’nın para basarak faiz ve TL’nin değerine odaklanması zor bir karar olur.

BÜYÜMEDE AŞAĞI YÖNLÜ RİSK
Dövizi göreli olarak pahalı tutabilecek bir strateji aynı zamanda ekonomik büyümeyi de sınırlayan bir rol oynar. Türkiye ekonomisi iç talep katkısı olmadan arzu edilen yüzde 5-7 bandında bir büyüme performansı gösteremez. Net dış talep bu düzeyde bir büyümeyi destekleyemez. Net dış talebin büyümeye olumlu katkı yaptığı dönemler her zaman orta-uzun dönemli büyümenin altında bir büyüme söz konusu olduğu dönemlerdir. Dövizin göreli pahalılığı ise her zaman iç talep büyümesini sınırlayan bir etken olmuştur. Faizlerin düşüklüğü pahalı döviz ortamında beklendiği kadar iç talebi uyaramamıştır. Dolayısıyla, döviz kurunun düşmesini engellemeye çalışan bir para politikası stratejisi her zaman ekonomik büyümeyi de sınırlayan bir stratejinin parçasıdır.
Geçmiş deneyimler böyle dönemlerde Merkez Bankası’nın enflasyondan çok döviz kuru ve faiz düzeyine odaklandığını gösteriyor. Dış kaynak girişine yönelik olumlu beklentiler, enflasyon hedefi ikinci plana atılsa dahi, faiz konusundaki eleştirileri bertaraf etmek için Merkez Bankası’na görünürde bir bahane yaratmış oluyor. Önümüzdeki dönemde Merkez Bankası’nın kısa vadeli faizi kademeli olarak düşürmesi şaşırtıcı olmadığı kadar beklenmeli de. Ama, faiz indirimlerinin çok büyük boyutlarda olması enflasyon hedefinin iyice göz ardı edildiği izlenimini doğuracağından, daha da önemlisi uluslararası sermaye hareketlerinin yönünü radikal olarak değiştirebileceğinden, riskli bir strateji olarak düşünülmeli. Büyüme açısından aşağı yönlü risklerin en önemlisi aslında bu dönemde para politikasının alacağı tavır gibi görünüyor.