Advertisement

Merkez Bankası kısa vadeli faizi 0.75 puan düşürdü. Geçen ay da faizi 0.50 puan düşürmüştü. Özellikle siyasi çevreler bu karara “İyi, ama yetmez” diyordur. Çünkü, onlar açısından “normal”, döviz kurunun patlamasından sonra mecburen artırılan faizin yeniden eski düzeyine, hatta eski düzeyinin de daha aşağısına getirilmesidir. Bu yargıya varırken ne düşündükleri bilinmese de, enflasyon verisine pek bakmadıkları çok açık.
Geçen yılın sonu itibarıyla yıllık enflasyon yüzde 7.4 olmuştu. Mayıs ayı itibarıyla yıllık enflasyon yüzde 9.66 oldu. Merkez Bankası’nın temel enflasyon diye nitelediği fiyat endekslerindeki artış daha da büyük gerçekleşti. Bu arada enflasyon beklentileri altüst oldu. Kısacası, bugünkü şartlarla geçen yıl sonundaki şartlar aynı değil.

FAİZ VE RİSK PRİMİ
Küresel risk iştahında göreli bir düzelme var. Uluslararası sermaye hareketleri eski düzeyinde olmasa da, gelişmekte olan ülkelere yönelik daha cömert. Risk iştahındaki artış risk primini düşürdüğünden, Merkez Bankası da dahil, Türkiye’de de faizlerin aynı paralelde düşmesinin gerektiği savunuluyor. Bu savunmanın mantıklı bir tarafı var. Risk primi düştüğünde, Türkiye’de kısa vadeli faizlerin aynı kalması para politikasının göreli olarak sıkılaştırıldığı anlamını taşır. Para politikasını göreli olarak sıkılaştırma ya da gevşetme niyetiniz yoksa, kısa vadeli faizin risk primi paralelinde düşmesi tercih edilebilir. Savunmanın o denli sağlıklı olmayan tarafları da var. Enflasyon hedefi yıllık yüzde 5 olan bir merkez bankası yıllık enflasyon yüzde 10’a vurduğunda, para politikasını sıkılaştırmalı mı yoksa aynı mı bırakmalı? Hedefe mümkün olan en kısa zamanda varıp enflasyon hedefi politikasının itibarını korumak açısından para politikasının otomatik sıkılaşmasına izin vermek aslında bir merkez bankasının tercih edeceği bir durum olmalı. Kaldı ki, risk primi arttığında, benzer bir tepkiyi veremiyoruz. Dolayısıyla, hep bir ya da bir buçuk yıl sonra enflasyon hedefine yaklaşılacağından söz edip hedefi sürekli ıskalıyoruz.
İkinci sorun, risk primine paralel kısa vadeli faizlerin inmesi, risk iştahındaki artışa paralel yabancı fonların ülkeye çekilmesini teşvik eden bir politika olması. Kısa vadeli faizin düşmeye devam edeceğini bekleyen yabancı yatırımcılar şimdi daha ucuz fiyattan bono/tahvil yatırımları yapmaya başlıyor. Gelecek ay kısa vadeli faiz bir kez daha düştüğünde bono fiyatlarının artacağını bekliyorlar. Kısa vadeli faizi fazla döviz gelmesin diye indirirken, aslında yabancı fon yatırımlarının daha yoğun bir biçimde gelmesini teşvik ediyoruz. Kısacası, faiz indirimleri döviz kurunun düşmesine fren değil, artmasına gaz işlevi görüyor. Bu süreç kurlara yönelik beklentilerin bozulmasına kadar devam ediyor. Faizi indirseniz bile, indirimlerin devamlılık arz edeceği beklentisi oluşturulmamalı. Böyle bir beklentiyi oluşturduk bile.

NEREDE KOŞMALI
Merkez Bankası’nı öyle bir duruma soktuk ki, faizi indirdiğinde, “Siyasetin vesayeti altında” diyoruz. Faize hiç dokunmasaydı, “Siyasilerle kavgaya giriyor” diyebilirdik. Merkez Bankası’nın bu şartlarda doğruyu yapması neredeyse olanaksız. Böyle bir ortamda para politikasının itibarının olması da söz konusu değil. Merkez Bankası’nın piyasaların önünde koşması isteniyor. Piyasanın önünde koşabilmek için Merkez Bankası’nın önce kamuoyunun önünde koşması gerekir. Verilen izlenim Merkez Bankası’nın kamuoyunu takip ettiği yönünde. Kamuoyunu takip eden bir merkez bankası piyasaların önünde koşamaz.