Merkez Bankası’nın yasası 1930 yılında çıktı. “Para basma yetkisiyle donanmış bir kurum siyasetçinin elinde enflasyon yaratır” korkusuyla yasa yıllarca tartışıldı. Korkudan, Merkez Bankası’nın bütçe finansmanına yönelik borç vermesi yasada hiç yer almadı. Siyasetçilerin Merkez Bankası üzerindeki vesayeti asıl 1950 yılından sonra başladı.
1970’lerin ikinci yarısından bu yana Merkez Bankası’nı izlerim. Genel kurulda başkanı görevden almaya kadar uzanan çok çirkin ve hukuksuz dönemler yaşandı. Para basarak ekonomik büyümeyi hızlandırmak maskesi altında Merkez Bankası siyasi rant dağıtmanın bir mekanizması olarak görüldü. Ama, hiçbir zaman Merkez Bankası kamuoyu önünde siyasetçiler tarafından bugünkü kadar hırpalanıp itibarsızlaştırılmadı.

MALİYETSİZ KAZANÇ OLMAZ
Siyasetçiler ile yasasına sadık bir biçimde görev yapan bir Merkez Bankası’nın çatışması, fikir ayrılığı içinde olması gayet normaldir. Çatışmaması anormal olurdu. Siyasetçi her zaman faizlerin düşük olmasını ister. Düşük faizi kendi başarısının bir sembolü olarak görür. Bu başarıyı hiçbir bedel ödemeden kazanmak ister. Faizin düzeyini bir sonuç değil, ekonomik dengelerin bir nedeni olarak görür.
Siyasetçi ekonomik büyümeyi azamide tutmak ister. Bu amaca yönelik her yoldan ihracatçıya ve üreticiye teşvik vermek siyasetçinin en sevdiği işlerdendir. Teşvik vermek kaynak gerektirir. Kaynak bulmak maliyetlidir. En maliyetsiz kaynak olarak siyasetçi hep Merkez Bankası’nı gözüne kestirir.
Bizde siyasetçi hep şunu hayal eder: “Merkez Bankası, ihracatçı dostu, sanayici dostu, çiftçi dostu, esnaf dostu, kısacası toplumun her kesiminin dostu olsun.” Siyasetçiler arasında biri çıkıp da “Merkez Bankası fiyat istikrarı dostu olsun” demez. Böyle bir yapıda fiyat istikrarını yakalayabilmek olanaksız. Çünkü, fiyat istikrarı tek başına bir merkez bankasının başarabileceği bir olgu değil. Siyasetçi bunu anlayabilmekte zorlanıyor.
Başkanlar değişir, ama bir merkez bankası ile siyasetçinin çatışması değişmez. Yasasına saygı duyan her merkez bankası, idarecilerinin değişmesiyle rotasını değiştirmez. İdarecilerine göre rota tespit eden merkez bankalarının zaten hiçbir ulusal ve uluslararası itibarı olmaz. Bunun da maliyeti vardır. Maliyet siyasetçilere çıkar.
1980’li yıllarda dönemin efsanevi FED Başkanı Paul Volker gitti. Yerine gelenler siyasetçilere daha mı yakındı? Tüm dünyanın saydığı Bundesbank’ın efsanevi başkanı Karl Otto Pöhl gitti. Yerine gelenler fiyat istikrarını daha az mı önemsediler? Bizde de zamanından önce görevi bırakan Merkez Bankası başkanları oldu. İlginçtir ki, görevini zamanından önce bırakan ilk Merkez Bankası Başkanı Selahattin Çam’dı.

YASAYI DEĞİŞTİRMEK SİYASETÇİNİN ELİNDE
Son dönemde Türkiye’de siyasetçilerin Merkez Bankası’nın ne yapması gerektiği konusundaki dayatmaları bir fikir tartışmasından çıkıp bir tehdit ve itibarsızlaştırma operasyonuna döndü. Bunun bir maliyeti mutlaka olacak. Merkez Bankası’nın yasası doğrultusunda çalışması “hükümet üzerinde Merkez Bankası’nın vesayeti” olarak nitelendirilebiliyorsa, itibarsızlaştırmanın da ötesine gidilmekte olduğu anlaşılıyor. Aynı çerçevede, düzenleyici ve denetleyici devlet kuruluşları da benzer bir yaklaşımla değerlendiriliyorsa, demokrasi anlayışının sorgulanması gerekiyor. Siyaset şikâyet yeri değil. Yasaları değiştirmek de siyasetçinin elinde.
Geçmişte siyasetçiler Merkez Bankası hakkında çok konuşmaya başladıklarında, aynı fikirde olsalar dahi, başbakanlar tarafından susturulurdu. Görünen o ki, şimdi Merkez Bankası’na yüklenen siyasetçiler, Başbakan’ın hislerine tercüman oluyorlar ve susturulmuyorlar. Fiyat istikrarı ve finansal istikrar açısından çok zor bir dönemden geçiyoruz.

Advertisement