Advertisement

Kredi derecelendirme kuruluşları öyle kuruluşlar ki, onlarla yapamazsınız, onlarsız da yapamazsınız. Medeni ve birbirinizi anlamaya çalışan bir ilişki içinde bulunmanız kendi çıkarınızadır. Didişmek size zarar verir.

Öğretmenini sevmeyen öğrenci rolüne soyunarak kredi derecelendirme kuruluşlarını eleştirmekle bir yere varılamaz. Uluslararası sermaye piyasalarından borçlanmak istiyorsanız bu kurumlara ihtiyacınız var. Cari işlemler açığı vererek hayatını idame ettiren bir ülke iseniz kredi derecelendirme kuruluşları sizin için çok daha önemli bir konumda. Onlarla yaşamaktan başka çözümünüz yok.

İÇ SİYASET MALZEMESİ OLMAMALILAR

Kredi derecelendirme kuruluşları zemzemle yıkanmış kuruluşlar değil elbette. İleriye dönük derecelendirme yapmaları gerekirken, genellikle borçlunun geçmişteki performansı kararlarını etkiler. Piyasanın önünde değil, piyasanın arkasından gelen kuruluşlardır. Bunu böyle kabul edip kendinizi ona göre konumlandırmanız gerekir. Onlar, işlerinin tabiatı gereği iyiyi kötü göstermeyi, kötüyü iyi göstermeye tercih ederler. Kaldı ki, piyasaların bir borçluyu okumasıyla kredi derecelendirme kuruluşlarının değerlendirmesi birbirinden küçümsenmeyecek ölçüde sapabilir. Piyasanın ne düşündüğü daha önemlidir. Yeter ki, kredi derecelendirme kuruluşlarının piyasaları olumsuz etkilemesine zemin hazırlanmasın.

Türkiye yıllarca BB notundaydı. Bu not düzeyi “Yatırım yapılamaz” kategoride. Buna rağmen, Türkiye BB notuyla sermaye piyasalarından çok büyük borçlanmalar yapabildi. Daha da önemlisi, Türkiye’nin risk primi ortalama BB notu olan borçluların çok altında kaldığı dönemler oldu. Türkiye, BB notu ile neredeyse ortalama BBB+, hatta Anotu alan ülkeler düzeyinde risk primi ödeyen bir ülke konumundaydı.

2007 yılından beri ekonomide işler daha önceki dönem kadar iyi gitmiyor. IMF ile yapılan stand-by düzenlemesi 2008 yılında bitti ve bir daha yenilenmedi. Ardından 2008 yılının ikinci yarısında küresel kriz çıktı. Herkes gibi Türkiye ekonomisi de olumsuz etkilendi. 2010 ve 2011 yılları arasındaki yüksek büyüme dönemi hariç, Türkiye ekonomisinin ortalama büyümesi uzun dönemli ortalamasının altına geldi. Cari işlemler açığı sorunumuz var. Buna bağlı olarak ekonomik büyüme sorunumuz var. Enflasyonu da kabul edilebilir bir düzeye indiremiyoruz. Bankalarımız ve kamu finansman dengesiyle övünüp işlerin iyi gittiğini düşünüyoruz, ama temel yapısal sorunlarımızı göz ardı eder bir hava takınıyoruz. Para politikası üzerinde siyasi vesayetin olduğu izlenimini yaratıyoruz. Dönüp kredi derecelendirme kuruluşlarına kızıyoruz. Bu kuruluşları iç siyasetin bir malzemesi yapmamalıyız.

DIŞ DENETİM FOBİSİNDEN KURTULMALIYIZ

Üç büyük kredi derecelendirme kuruluşu var: S&P, Moody’s ve Fitch. Daha önce anlaşmalı olarak S&P ve Moody’s bize not veriyordu. S&P’ye kızdık, anlaşmayı yenilemeyip yola Fitch ile devam etme kararı aldık. Bir şey değişmedi. S&P bize not vermeye devam ediyor. Piyasalar anlaşmalı olduğumuz Moody’s ve Fitch kadar, hatta belki de daha fazla S&P’nin değerlendirmelerine itibar ediyor. Bu yaklaşımla yabancı yatırımcıların gözünde şüpheler oluşturuyoruz.

Türkiye eskiden beri dış denetimden hoşlanmayan bir ülke konumunda. IMF’nin yıllık gözden geçirme toplantılarından hoşlanmayız. Mümkün olsa, kamuoyu farkına varmadan bu gözden geçirmelerin geçiştirilmesini arzu ederiz. Geçmişte OECD bünyesinde Türkiye Konsorsiyumu vardı. Bir işe yaramazdı, ama Türkiye’nin hikâyesini anlatmak için iyi bir platformdu. Bizi eleştiriyorlar diye orayı da kapattık. Şimdi kredi derecelendirme kuruluşlarıyla derdimiz var. Dış denetim fobisinden kurtulmamız gerekiyor. Ancak bu şekilde küresel ekonominin bir parçası olabiliriz.