Advertisement

Kasım ayı ortasında başlayıp devam eden para politikası önlemleri birden fazla hedefi gözettiğinden şimdiye kadar bekleneni vermedi. Cari işlemler açığının sürdürülebilir bir düzeyde götürülebilmesi için ekonomik büyümenin daha makul düzeylere çekilmesi arzulandı. Merkez Bankası'nın da söylediği gibi, iç talep artışında bir yavaşlama şimdilik gözlenmiyor. Cari açık finansmanının kısa vadeli borçlanma yoluyla olmaması hedeflendi. O alanda da dikkati çeken bir gelişme yok.
Parasal sıkıştırma hedefleniyor. Türkiye gibi ekonomilerde "para" dendiğinde iki çeşit paradan söz ediyoruz. Birincisi, Türk Lirası (TL). TL'nin kontrolü Merkez Bankası'nın elinde. Çünkü, TL'yi basan Merkez Bankası. Diğer para ise döviz. Dövizi bizim Merkez Bankası basmıyor. Uluslararası sermaye hareketlerinin serbest olduğu bir ortamda Merkez Bankası'nın döviz üzerindeki kontrolü doğrudan değil, dolaylı yoldan.

TL'Yİ SIKIŞTIRMAK YETMİYOR
Para olarak dövizin sıkı mı gevşek mi olduğu çok büyük ölçüde uluslararası yatırımcıların risk tercihi ile belirleniyor.
Uluslararası yatırımcıların risk iştahı arttığında, Türkiye gibi ülkelere çeşitli kanallardan döviz girişi hızlanıyor. Dövizi bulan ekonomik birimler yatırım ve tüketim harcamalarını artırıyorlar. İç talep büyüme sürecine giriyor. Böyle bir ortamda TL'yi sıkıştırmaya çalışmak aslında döviz girişlerini daha da cazip hale getiriyor. Ekonomik büyüme hızlanıyor, cari işlemler açığı artış eğilimine giriyor. Türkiye ekonomisinin hızlı büyüdüğü dönemlerin büyük ölçüde TL'de reel faizlerin çok yüksek olduğu dönemlere rastlaması bir tesadüf değil.
Uluslararası yatırımcıların risk iştahı kaçtığında, döviz girişi yavaşlıyor, duruyor, hatta döviz çıkışı söz konusu olabiliyor. Örneğin, küresel kriz döneminde böyle bir eğilim söz konusuydu. Bu dönemlerde TL'yi gevşetmek derde deva olmuyor. Ekonomi de, cari işlemler açığı da küçülüyor.
Bu açıklamalardan şu sonuç çıkıyor: Aslında, TL üzerinden yürütülen para politikasının ekonomik büyüme üzerindeki etkisi yok denecek kadar az. Ekonomik büyümeyi hedefleyen bir para politikası hem TL'yi hem de dövizi bir arada düşünmek zorunda. Ekonomik büyümenin aşağı çekilmesi hedefleniyorsa, yalnızca TL'yi sıkılaştırmak yetmiyor, dövizi de sıkılaştırmak gerekiyor. Aksi takdirde, tahterevalli gibi bir durum ortaya çıkıyor. Tahterevallinin TL tarafında bastığınızda döviz tarafı yukarı çıkıyor. Döviz bollaşıyor.
TL'yi sıkılaştırma politikasının ekonomik büyümeyi etkileyebileceği tek ortam döviz girişinin olmadığı dönemlerdir. Örneğin, 1988 yılının başında alınan TL'ye yönelik parasal önlemlerin (munzam karşılıklarının artırılması da dahil) ekonomik büyümeyi yavaşlatmasının asıl nedeni yurtdışı borçlanma olanaklarının zaten çok kısıtlı olmasıydı.

PARA POLİTİKASINDAKİ ZORLUK
Dövizi sıkıştırma yönünde Merkez Bankası'nın elindeki araçlar kısıtlı. Sermaye hareketleri üzerine doğrudan bir kısıtlama getirilmeyeceği varsayımı altında, Merkez Bankası dövizde munzam karşılıkları artırabilir. Döviz üzerinden munzam karşılıklara verilen faizler düşürülebilir, hatta sıfırlanabilir. Kısacası, bankaların döviz borçlanmaları daha pahalı hale getirilebilir. Bütün bunların bankacılık sektörüne yapabileceği tahribat ise bir başka konu. Dövizi Merkez Bankası basmadığı için bu önlemler dahi uluslararası yatırımcıların risk iştahı arttığı bir dönemde yeterli olmayabilir.
Merkez Bankası'nın son dört aydır içine düştüğü durum aslında sermaye hareketlerinin serbest olduğu bir ortamda, para ikamesinin de yoğun olduğu bir ekonomide, yerli para üzerinden para politikasını yürütmenin zorluğunu gösteriyor.