Advertisement

Gelişmekte olan ülkeler içinde ekonomik büyümesi en yüksek ve enflasyonu en düşük ülkelerden biriyiz. Aynı zamanda, cari işlemler açığı göreli olarak en yüksek ülkelerden de birisiyiz. Risklerin yüksek olması da buradan kaynaklanıyor.
Yurtiçinden ya da yurtdışından kaynaklanan nedenlerle, dış finansman muslukları kesildiğinde, döviz kurları fırlamaz mı? Döviz kurlarının fırlaması enflasyonu patlatmaz mı? Bıçak gibi kesilebilecek iç talep ve üretim için gerekli ara mallarını ithal edemeyen Türkiye ekonomisi hızla küçülme sürecine girmez mi?
Milli gelirimizin yüzde 6.6'sına dayanıp daha da artma eğiliminde olan bir cari işlemler açığı ile dış finansman olanakları tıkandığında, bunların hepsi olabilir. Olmaması için iç talep büyümesinin önüne geçmek zorundayız. Yani, dış finansman olanakları tıkanmadan, dış finansman ihtiyacının azaltılmasına çalışılmalıdır. Bu açıdan, dış finansmanın vadesi o denli önemli değil.

KREDİ NOTU ARTABİLİR
İç talep kontrolü yalnızca parasal önlemlerle olamaz. Yalnızca TL kredilerinin maliyetini yükselterek de iç talebi dizginleyecek bir parasal sıkılaştırma söz konusu olamaz. Parasal sıkılaştırma hem TL hem de döviz üzerinde olmalıdır. Parasal önlemlerin de ötesinde, maliye politikaları iç talebi kısıcı yönde devreye girmelidir.
Geçen yıl beklenenin üzerinde sağlanan ekonomik büyüme ile artan vergi gelirlerinin bir bölümü harcamalara gitti. Bütçe açığı bir önceki yıla göre düştü, ama daha da düşebilirdi. Büyüme dönemlerinde artan vergi gelirleri yoluyla bütçe açıklarının azalması ya da bütçe fazlası verilmesi bir anlamda otomatik olarak iç talep artışını dizginleyen bir unsur olur. 2010 yılında bu mekanizmanın tam olarak çalışmasına izin verilmedi.
En azından yılın ilk üç ayı itibarıyla benzer bir gelişme bu yıl da söz konusu. Yıl ortasında yapılacak seçimler nedeniyle iç talep büyümesini dizginleyebilecek parasal olmayan önlemler henüz konuşulmuyor. Ama, bu önlemler seçimlerden sonra mutlaka gündeme gelecektir. Aksi takdirde, Türkiye ekonomisi çok ciddi boyutta ve artan risklerle karşı karşıya kalacaktır.
Alınacak önlemlerin Türkiye ekonomisine "yumuşak iniş" sağlayıp sağlamayacağı belli değil. Yumuşak iniş, ekonominin yüzde 3-4 yıllık büyüme sürecine girip cari işlemler açığının milli gelire oranının artmadığı, hatta azaldığı, enflasyonun da yüzde 5'lerde gerçekleştiği bir denge olarak kabul edilebilir. Yumuşak inişi başardığımızda, Türkiye ekonomisinin kredi notu da artar, hem de birkaç basamak.

İNİŞ ÇOK SERT DE OLABİLİR
Kredi notu arttığında, uluslararası finans piyasalarında beklenmedik bir gelişme olmadığı takdirde, Türkiye ekonomisine yeni bir dalga uluslararası sermaye akımı olacak. Belki, uluslararası piyasalar şimdi Türkiye ekonomisini not artırımı olmuş gibi fiyatlasa da, kredi notu yatırım yapılabilir düzeye geldiğinde, daha önce Türkiye'ye yatırım yapamayan yeni yatırımcılar devreye girecek. Yeniden, yabancı sermaye girişleri ve onun yarattığı sorunlarla boğuşmak durumunda kalabileceğiz.
Yumuşak inişi başaramayabiliriz de. Ekonomik büyümenin yüksekliğinden, işsizlik oranının düşmesinden ve enflasyonun makul düzeylerde seyretmesinden memnun olması gereken siyasi otorite gerekli önlemleri yeterli düzeyde almayabilir. Belki, parasal önlemlerin dışında buna gerek de görmeyebilir. O takdirde, alınan parasal önlemlerin daha da sertleşmesi dahi inişi arzulananın ötesinde sertleştirebilir.