Advertisement

Ekonomi politikası yapıcıları olmayacak bir denge arayışı içindeler. Bu dengede, faizler artmayacak; ekonomik büyüme düşecek, ama büyümeye devam edeceğiz; döviz kurları artabilir, ama kur artışları enflasyona fazla yansımayacak; enflasyon hedeflenen düzeylerde kalacak; cari işlemler açığı mutlak olarak düşecek, hiç olmazsa cari işlemler açığının milli gelire oranı düşecek.
Bu dengeyi bulurken, Merkez Bankası politika faizlerini artırmayacak, hatta düşürecek; bütçede sıkılaştırmaya gitmek gerekmeyecek; ekonomi canlı kalacak, ama bankalar kredi artışlarını sınırlayacaklar; bankaların kaynak maliyetleri artacak, ama kredi faizleri artmayacak; Orta-küçük işletmeler kredi alacaklar, ama tüketici kredileri kısılacak.
Ne böyle bir denge var ne de olmayan böyle bir dengenin bazı unsurlarına yakınlaşabilmek için dahi kullanılmak istenen araçlar yeterli.

KÜÇÜLME OLMADAN OLMAZ
Ekonomide ulaşılmak istenen dengenin ulaşılabilir olup olmadığı, ulaşılabilecekse, o dengeye ulaşabilmek için hangi araçların yeterli olacağı başlangıç noktasıyla yakından ilgilidir. Farklı başlangıç noktaları, farklı dengelerin ulaşılabilir olup olmadığını belirler. Farklı başlangıç noktaları farklı ekonomi politika araçlarını arzulanan dengeye ulaşabilmek için yeterli kılar ya da kılmaz. Ekonominin kısa vadede değiştirilemeyecek yapısı bu konudaki seçenek yelpazesini belirleyen en önemli unsurlardandır. Türkiye ekonomisinin yapısal özellikleri birkaç cümle ile şöyle özetlenebilir: Ekonomik büyüme daima iç talep kaynaklıdır. iç talep artışının tetiklediği üretim artışı ithalata bağımlıdır. Tasarrufların düşük olması ekonomik büyümenin gerektirdiği kaynakların büyük ölçüde yurtdışından bulunmasını zorunlu kılmaktadır.
Böyle bir yapıda cari işlemler açığını mutlak olarak da, milli gelire oranı olarak da azaltmanın tek yolu iç talep büyümesini durdurmak, hatta iç talebi azaltmaktan geçer. Dolayısıyla, iç talebe yönelik politikalar uygulanmadığı sürece cari işlemler açığına yönelik denge arayışları sonuçsuz kalır.
İç talep birkaç yoldan yönlendirilebilir. iç talebi azaltmak için; birincisi, kamu finansmanında açıklar azaltılabilir ya da kamu finansmanında fazla verilebilir. Yani, harcamalar kısılabilir, vergiler artırılabilir. Vergi artışları özel kesimin kullanılabilir gelirini de azaltacağından özel kesim talebini de olumsuz etkiler. ikinci yol ekonomideki faizlerin yükselmesini sağlayarak özel kesimin yatırım ve tüketim harcamalarını daha maliyetli hale getirmektir. Son yol ise ekonomide belirsizlik ortamı yaratıp beklentileri bozmak olabilir. Politika yapıcıları genellikle bu yolu bilerek ve isteyerek seçmezler. Bu yolun maliyeti zaten daha fazladır.
İç talep kısıntısı doğal olarak ekonomik büyümeyi düşürecek, hatta ekonomik küçülmeye neden olacak. Küçülme olmadan cari işlemler açığı düşmez. Cari işlemler açığının milli gelire oranı dahi ekonomik küçülme olmadan düşmez.

BAŞKALARINA İHALE EDİYORUZ
Merkez Bankası'nı öne atıp faizleri politika yolu ile değil de, bankaların maliyet yapısını değiştirerek iç talep büyümesini dizginlemeye çalışması çok tehlikeli bir sinyal veriyor. Politikanın kendisi arzulanan sonuç için yeterli olmadığından, "politika yapıcıları önlem alıyor, ama önlemler sonuç vermiyor" görüntüsü ile Türkiye ekonomisi "freni patlamış bir otomobil" izlenimi veriyor. Bu süreçte Merkez Bankası'nın itibarı erozyona uğruyor. Dolayısıyla, Merkez Bankası'nın fiyat istikrarını sağlama ve kollama görevini de ne derece etkin yapabileceği sorgulanmaya başlıyor.
Bu çok tehlikeli bir görünüm. Biz kendimiz yapamadığımızı gösterdiğimizde, başkaları bizim için yaparlar. Freni patlamış bir araba bir yere çarpıp durur. Hasar büyük olur. Ekonomilerde de böyledir. Kaç kez sağa, sola çarpmadık mı? Bugün ve önümüzdeki aylarda yayınlanacak ödemeler dengesi verileri "freni patlamış ekonomi" izlenimini giderek güçlendirecektir. Biz sadece zaman yitiriyoruz. Kendi işimizi çok daha yüksek maliyetlerle başkalarına bırakıyoruz.
Seçim oldu. Seçilen seçildi. Artık bu konular ekonomik gündemi meşgul etmeli.