Cari işlemler açığı sorununa çözüm için çeşitli fikirler ortaya atılıyor. Farklı fikirler farklı çözümlermiş gibi bir izlenim veriyor. Aslında, hepsi aynı yere çıkıyor.
Kimileri ihracatın artırılması gerektiğini savunuyor. Kimileri ithalat talebinin dizginlenmesini öneriyor. Kısa dönemde ikisi de aynı anlama geliyor. Cari işlemler açığı sorununun "yumuşak iniş" şeklinde çözümü için ekonomide tasarrufların artırılması ya da yatırımların düşürülmesi ya da ikisinin birden gerçekleştirilmesi gerekiyor.
Cari işlemler açığı bir ekonomide toplam iç tasarrufların toplam yatırımlardan az olması durumunda oluşur. Yurtiçinde oluşan toplam tasarruf açığı (tasarruf-yatırım) yurtdışından tasarruf ithali (cari işlemler açığı) yoluyla dengelenir. Bu eşitlikten yola çıkarak cari işlemler açığının azaltılması iç tasarrufların artırılması ve/veya yatırımların azaltılması yoluyla gerçekleşebilir diyoruz.

İÇ TALEBİ DÜŞÜRMEK
Konuyu basitleştirmek için kamu açıklarının sıfır olduğunu (devletin tasarrufları ile yatırımlarının eşit olduğunu) varsayalım. O halde, aynı üretim (gelir) düzeyinde daha fazla ihracat yapmak yurtiçinde üretilip tüketilen ve yatırıma dönüşen bazı malların yurtdışına satışı anlamına gelecek. Yani, özel kesim geçmişe göre daha az tüketecek (daha fazla tasarruf edecek) ve daha az yatırım yapacak. Özel kesimin daha fazla tasarruf etmesi ve daha az yatırım yapması cari işlemler açığını azaltıcı bir gelişme. Dolayısıyla, ihracatı artırma yoluyla cari işlemler açığını dizginlemek aynı zamanda tasarrufları ve yatırımları ilgilendiriyor. İhracata dayalı büyüme modelini seçmiş olan Asya ülkelerinde tasarruf oranlarının da yüksek olması bir tesadüf değil.
Böyle bir dengeyi nasıl bulacağız? Konu, "kurlar artarsa, ihracat da artar" diyerek çözüme ulaşacak kadar basit değil. Konu, özel kesimin tüketim ve yatırım talebinin kısılmasıyla yakından ilgili. Tüketim ve yatırım talebinin toplamına da iç talep diyoruz.
İç talebin kısılmasının ya da büyümesinin düşürülmesinin üç yolu olabilir diyebiliriz. Birincisi, özel kesimin kullanılabilir gelirini düşürmek. Yani, aynı gelir düzeyinde daha fazla vergi verdiğinde, özel kesimin elindeki kullanılabilir gelir azalacağından, toplam talep de azalacaktır. İkinci yol, tüketim ve yatırımların mal ve hizmet fiyatlarının artışı dışında maliyetini artırmaktır. Faizler bu rolü oynarlar. Faizler yükseldikçe, tüketim ve yatırımın maliyeti artar. Tasarruflar artarken, yatırımlar düşer. Üçüncü yol, ekonomideki beklentileri altüst edip ekonomik birimlerin önlerini görmelerini engellemek olabilir. O takdirde, yatırım ve tüketim harcamaları kısılır. Ama, bu bir ekonomi politikası olamaz.

NEDEN HEP "SERT İNİŞ"
Maliye politikası kullanılacaksa, vergilerin artırılması gündeme gelir. Para politikası kullanılacaksa, faizlerin artırılması söz konusudur.
Yatırımlar artmaya devam etsin, ama tüketim artışı dizginlensin dendiğinde işler karışır. Para basarak cari işlemler açığının dizginlenmesi söz konusu olur. Bu politika hem enflasyonu ve enflasyon beklentilerini azdırır hem de cari işlemler açığının daha da fazla yükselmesine neden olur. Beklenen reel faiz düştüğünden, aslında tüketim harcamaları da dizginlenemez.
Türkiye'de şimdiye kadar "yumuşak iniş" başarılamamıştır. Çünkü, tasarrufları gerçekten artıracak politika uygulamalarından kaçınılmıştır. Öyle olunca, çözüm, hep iç talep artışını sınırlayabilecek ya da düşürecek üçüncü yola bırakılmıştır. O da, beklentileri altüst eden gelişmeler sonucunda yaşanan "sert iniş" olmuştur. Şimdi de, bu yolda ilerliyormuşuz gibi bir izlenim veriyoruz.

Advertisement