Advertisement

2008 yılında küresel kriz derinleştiğinde gelişmiş ülkelerdeki bankalar yoğun bir biçimde özel kesim borçlarına ya da bu borçlara dayalı menkul kıymetlere yatırım yapmış durumdaydı. Özel kesimin kredibilitesi konusunda kaygılar yoğunlaşınca, zincirleme bir süreç başladı. Bankaların kurtarılması gündeme geldi.
Şimdi, bankaların sorunu "borç sorunu" yaşayan ülke bonolarının akıbeti. Kurallara göre, birçok ülke bonolarına yapılan yatırımın risk ağırlığı sıfırdı. Yani, birçok ülke tahvilleri için bankaların ek sermaye bulundurmaları gerekmiyordu. Halbuki, şimdi bu bonoların ödenip ödenmeyeceği, ödenecekse ne kadar bir kesinti olabileceği konuşuluyor.
Sorun Yunanistan ile bitmiyor. Yelpazenin bir ucunda Yunanistan var. Ama, diğer ucunda Amerika dahi var. Sonuçta, geçen hafta piyasalarda yaşanan karışıklıkta en büyük darbeyi dünyanın belli başlı bankaları aldı. Yapılan spekülasyona göre, bazı ülkelerin bankaları diğerlerine göre çok daha fazla değer kaybetti. Fransa gibi ülkeler banka hisselerinde açığa satışı yasaklamaya kadar gittiler.

PARA ÇOK
Geçen üç yıl içinde gelişmiş ülkelerdeki bankalar küçümsenmeyecek bir değişim gösterdiler. Küresel krizden önce yapılan hesaplarda Avrupa bankalarının her bir birim sermaye karşılığında 35 birim borçlandığını gösteriyordu. Bu rakam Amerikan bankaları için 16-17 civarındaydı. Şimdi yapılan hesaplar bilanço büyüklüğü/sermaye oranının Avrupa bankalarında 24'e, Amerikan bankalarında 12'ye düştüğü gösteriyor.
2008 yılından bu yana hem Avrupa hem de Amerikan bankaları sermayelerini artırdılar. Aynı zamanda borçluluklarını da azalttılar. Borçluluklarını azaltırken, özel kesime verdikleri kredileri ya da özel kesimin yükümlülüğü olan sermaye piyasası araçlarına olan yatırımlarını kestiler. Devlet tahvillerine olan yatırımları toplam bilanço içinde göreli olarak da, mutlak olarak da büyüdü. "Borç krizi" ile beraber dünyanın belli başlı bankaları yağmurdan kaçarken doluya yakalanmış oldular.
2008 yılında küresel krize tepki olarak para politikaları gevşetildi. Kredi muslukları kesilen özel kesim tüketim ve yatırım harcamalarını düşürünce, gevşeyen maliye politikaları ile birçok ülke ekonomik daralmayı önleyebileceğini, yeniden büyüme sürecine girebileceklerini düşündü. "Borç krizi" bir anlamda bu tepkinin bir sonucuydu. Daha doğru bir yaklaşımla, zaten kötü olan kamu finansman yapısı bu tepki ile "borç krizi" halini aldı.

BÜYÜME YOK
2008 yılında para politikasının gevşemesi anlaşılabilirdi. Özel kesimin yarattığı para küçülürken, merkez bankalarının parası artırılmıştı. Şimdi, yine benzer bir yola gidiliyor. Amerikan Merkez Bankası'nın ikinciden sonra üçüncü parasal genişlemeye gitmesi hiç şaşırtıcı olmayacak. Belki de, gitmemesi şaşırtıcı olacak. Avrupa Merkez Bankası'nın yalnızca geçen hafta 20 milyar Euro'nun üzerinde "borç krizi" içinde olan ülkelerin tahvillerini aldığı rapor ediliyor.
Halbuki, 2008 yılının aksine, para kökenli değil, maliye (fiskal) kökenli bir sorunla karşı karşıyayız. Ama, maliye alanında önlemler konusunda ya çok az şey duyuluyor ya da duyulanlar ekonomik birimlerin, yatırımcıların sinirlerini daha da fazla bozuyor.
Maliye politikalarının inandırıcı bir biçimde devreye girmeyip para politikasının hâlâ en aktif ekonomi politika aracı olması ekonomik büyümeye verilen önemden kaynaklanıyor. Ama, o alanda da bir başarıdan söz etmek mümkün değil. Amerika'da büyüme yüzde 1 'in altında. Euro Bölgesi'nde büyüme yüzde 0.2 oldu. Bölgenin yıldızı Almanya dahi ikinci üç ayda yalnızca yüzde 0.1 büyüdü. Fransa'da büyüme yok. Para politikası belki politikacılara zaman kazandırıyor. Ama, Avrupa ve Amerika'daki politikacıların bu zamanı iyi kullandığı iddia edilemez.