Advertisement

2008 yılının sonlarında en derin aşamasına gelen küresel krizin şimdi bir başka aşamasındayız. Bu aşamayı, küresel ekonomik büyümenin tatminkâr olmaktan uzak olduğu, enflasyonun yükseldiği, ama henüz yükselen enflasyonun politika yapıcılarını o denli rahatsız etmediği, politika yapıcılarına olan güvenin azaldığı bir dönem olarak tanımlayabiliriz. Geçmiş deneyimler bu aşamanın uzun bir süre alabileceğini söylüyor.
Geçmiş deneyimlerle paralel olmayan tek gelişme Euro Bölgesi'nde yaşanan "borç krizi" oldu. Avrupa ekonomilerinin sorunları ve bu sorunların inandırıcı bir biçimde çözüm aşamasına gelememesi küresel ekonomi için ek ve küçümsenmeyecek bir belirsizlik yaratıyor. Gelişmekte olan ülkeler dışında dünyada ilk kez bir borç krizi yaşanıyor. Avrupa'nın sorunları küresel ekonominin yeniden tepe taklak olmasına neden olabilir.

YENİ GÜVENLİ LİMANLAR
Böyle bir ortamda küresel finansal yatırım tercihleri giderek farklılaşıyor. Finansal yatırımcıların "güvenli liman" tercihleri de değişiyor. Dünya döviz rezervlerinin neredeyse yüzde 90'ını oluşturan Amerikan Doları ve Euro artık tam olarak "güvenli liman" tanımına uymuyor. İki paranın da riskleri geçmişe göre çok arttı.
Böyle durumlarda genellikle "altın" öne çıkar. Bu dönemde de çıktı. 2001 yılında bu yana altın fiyatı dolara karşı da Euro'ya karşı da artıyor. Altının değer kazanması küresel krizle beraber hızlandı. 2001 yılı başında (aylık ortalama) bir troy ons altın 265 dolar ya da 285 Euro idi. 2008 yılın eylül ayında altın fiyatı ortalama 830 dolar ya da 575 Euro'ya geldi. Şu sıralarda altının fiyatı 1850 dolar ya da 1300 Euro civarında.
Altının yanında son dönemde dolar ve Euro dışındaki paralar da "güvenli liman" statüsüne geldiler: İsviçre Frangı ve Japon Yeni. İki paranın da faizi diğer paralara göre geleneksel olarak çok düşük. Bir başka ifadeyle, iki paraya da yönelik "faiz paritesi" bu paraların aleyhine olduğu halde, "güvenli liman" statüleri bu paralara olan talebi artırıyor. Bu paralar, altına karşı olmasa da, dolar ve Euro'ya karşı değer kazanıyorlar.
Altının bütün paralara karşı değer kazanması kaygı yaratmıyor, ama ülke paralarının değer kazanması kaygı kaynağı oluyor. Özellikle İsviçre ve Japonya ekonomilerinde büyümenin büyük ölçüde ihracata dayanması paralarının "güvenli liman" olmasının maliyetini artırıyor. Japonya iki yıldır, İsviçre iki haftadır tek başına paralarının değer kazanmasını önlemeye çalışıyor. Ne tek başına ne de deprem sonrasında Japonya'nın diğer ülkelerle ortak müdahalesi Japon Yeni'ndeki değerlemeyi durduramadı. İsviçre Frangı'nın da akıbeti benzer olabilir. Küresel belirsizliklerin bu ülkelere maliyeti yalnızca talep yönünden değil, aynı zamanda kur kanalıyla da artacak.

DURGUNLUK İÇİNDE ENFLASYON
Küresel düzeyde birkaç akım belirgin hale geldi. Dolar ve Euro yatırımlarının bir bölümü altına, İsviçre Frangı'na ve Japon Yeni'ne kayıyor. Dolar ya da Euro'da kalmak isteyenler ise Amerikan ya da Alman hazinesinin bonolarına kayıyorlar. Son dönemde on yıl vadeli Amerikan ve Alman bonolarının faizleri yüzde 2'ye yaklaştı. Belli başlı ülkeler arasındaki faiz paritesi giderek küçüldü. İsviçre ve Japonya'nın faizleri yüzde 1'in altına geliyor. Kısa ve uzun vadeli bono faizleri arasındaki fark da olağanın dışında azaldı.
Bono faizlerinden yola çıkarsak, küresel piyasaların ekonomik daralmayı, hiç olmazsa ekonomik durgunluğu fiyatladıklarını söyleyebiliriz. Bu beklenti politika yapıcılarının işini daha da zorlaştırıyor. Para politikalarından beklentileri artırıyor. Dolayısıyla, küresel krizin geldiği bu aşamada "durgunluk içinde enflasyon" olgusunun gerçekleşme olasılığı artıyor.