Advertisement

Türkiye tasarruf bacağında bunca dolarize olunca, kur günlük hayatın en çok tartışılan ürünü haline geliyor. (Yabancı para döviz mevduatının toplam mevduat içindeki payı %40’a yaklaştı.)

Hemen herkes kurdaki yükselişten yola çıkarak siyasi mülahazalarda bulunuyor, geleceğe yönelik çıkarımlar yapmaya çalışıyor.
Kurun elbette iş sahipleri, yaptıkları projeksiyonlar için önemi büyük. Dolayısıyla onların öngörüleri, hedge etme çabaları doğrudur, desteklenmelidir.

Ancak özellikle günlük hayatta dolar üzerine konuşulurken zeminin doğru olup olmadığına bakmakta yarar var. “Siyaseten şu ya da bu oldu”, “sınır ötesinde şunlar ya da bunlar fiyatlandı” veya “Türkiye’nin iyi olmasını istemiyorlar”ın ötesinde gerekçelerin de olduğunu hane halkına anlatmak gerek.

Ve hatta bu gerekçelerin bizim günümüzü geçirirken tartıştığımız gündem maddelerinden daha önemli olabileceğini de.
Grafik üzerinden bakalım.



Grafikteki beyaz çizgi, ABD’nin 10 yıllık enflasyona endeksli tahvilleri ile sabit getirili 10 yıllık faizleri arasındaki farkı gösteriyor. Bu grafik yukarı gittiğinde piyasanın enflasyonun yükseleceğine dair beklentilerinin arttığını, aşağı geldiğinde bu korkunun azaldığını anlıyoruz.

Ona eşlik eden iki çizgiden biri Dolar/TL ’yi, diğeri ise Dolar/TL’nin gelecek 12 aya yönelik fiyatlamasını gösteriyor.

Özellikle 2016 yılının ortasından itibaren çizgilerin birbirlerine ne kadar benzediğine bakmak, geleceğin kurunu tahmin etmek isteyenler açısından çok değerli.

Bizler kendi dönemsel risklerimiz ya da bunları yönetiş tarzımız nedeniyle kurda zaman zaman ayrışmaları görsek de, bir vadede “mean reversion”, yani diğerlerine ve geçmişe yakın ortalamaya dönüş beklentileri çalışıyor. Ama kurumuz üzerindeki asıl iştah bu dönemde ABD’nin enflasyonundan kaynaklanıyor. ABD’deki enflasyonun zayıf ya da kuvvetli olması piyasadaki risk iştahına, risk iştahı bizim gibi gelişen ülkelere yönelik fon akımlarına, fon akımlarının şiddeti de kurun seviyesine doğrudan etki ediyor.
Yani piyasanın kur konusunda bakması gereken en önemli göstergelerin başında ABD’nin enflasyonu geliyor.

Bunun sağlamasını ise şu grafikten yapabiliriz.

Beyaz çizgi, Bloomberg’in gelişen ülkelerde varlık fiyatlamalarını gösteren sepet endeksi. (İçinde %10 emtia endeksi S&P GSCI, %30 MSCI Gelişen Piyasa Endeksi, %30 Gelişen Ülke Tahvil Faiz farkı ve %30 Gelişen Ülke carry-trade performansı var.)

2009’dan bu yana, normalde enflasyon beklentileri iyiyse piyasanın iyi, kötüyse kötü gittiğini, ekonominin canlanma beklentisini yansıttığı için gelişen ülkeler için de iyi fiyatlandığını görüyoruz. Ta ki, 2016 Kasım ayında Trump’ın seçimine kadar. Oradan sonra, Fed faiz artırım beklentilerinin de etkisiyle enflasyon beklentileri yükseldiğinde gelişen piyasalar için kötü fiyatlamanın başladığını görmeye başlıyoruz. Trump göreve başladıktan sonra gelişen ülke varlık fiyatlamaları yükselişine ancak Trump’ın politika yapma yetkinliğinin azalması ve piyasa bazlı enflasyon beklentileri kötüleştikten sonra devam edebiliyor.

Kısacası, içerde ne olup bittiği elbette önemli, önemsiz değil. Burada kilit, bizim kendi risklerimizi doğru yönetmemiz, politika, para politikası ya da maliye anlamında sınırları doğru yere kadar zorlamamız.

Ancak suyun da, varlık fiyatlarının da kökü yurtdışından; ve dahi ABD enflasyonundan geliyor. Orada kalıcı bir yükseliş eğilimi görene kadar (sarsıntı olsa da) kalıcı iştah kaçışı olmayabilir gibi görünüyor. Peki olur da Fed’in dediği gibi enflasyon gelecek gibi olursa?

O zaman iklim değişir, Game of Thrones olur.

“Winter is coming” demeye başlarız.