Advertisement

Çarşamba akşamı oynanan Türkiye-Güney Kore dostluk maçında çıkan kırmızı kart, aklımda dolaşan bazı fikirlerin düzene girmesine sebep oldu. Oynanan maçın birçok açıdan önemi vardı. Herşeyden önce iki ülke arasında Kore Savaşı'ndan beri devam eden saygı, ardından eski teknik direktörleri Hiddink karşısında Güney Kore'nin kendini ispatlama fırsatı ve Türk Milli Takımı açısından rakibine rövanşı alma imkanı vermemenin yanında düşen grafiği durdurma imkanı tek tek sayılabilir. Bazı oyuncular için ise büyük ihtimalle başka manalar da taşıyordu. Ancak bunlardan hiçbiri Emre BELÖZOĞLU'nun davranışını açıklamaya yetmiyor.

Günümüz süperstar futbolcularının fiziksel kabiliyetlerinin yanında, ruhsal konularda eğitimlerine de dikkat edildiğini biliyoruz. Hatta bazı oyuncuların takım danışmanlarının yanında, kendi özel danışanları sayesinde özel hayatlarındaki ya da saha içindeki baskılardan arınmaya çalıştıklarını görüyoruz. Kolay değil, sürekli olarak göz önünde olan bir yaşam, daha önce hayal bile edilemeyecek paralar, söz konusu paraların peşinde olan her türlü insan ve gözden düşmemek için sürekli olarak en üst düzeyde tutulması gereken fizik performans, bu insanların mutlaka psikolojik danışmanlık almaları gerektiği ortaya koyuyor. Sadece bu konuda değil, yatırımlar ve ödeyeceği vergilere kadar mutlak surette güvenebileceği danışmanlar
gerekiyor. Tam performans için müsabakaya çıktıklarında akıllarında hiçbir sorun taşımamaları lazım geliyor.

Türkiye'de sporcuların her türlü ayrıntısı kulüp yönetcileri ve menajerlerin üzerine yıkılmış durumda. Profesyonel sporcuların oturacağı evin seçiminden, çocuklarının okuluna, sponsorluk ilişkilerinden, medyayla münasebetlerine ve düğünlerine kadar herşeyin bilgisi sınırlı olduğu açıkça görülen bu kişilere teslimi, çarşamba günkü gibi faciaların ortaya çıkmasına sebep oluyor. Kabiliyetli sporcuların sürekli olarak pohpohlanarak motive edilmesi, dış rekabete açıldıklarında bocalamalarına yol açıyor. Bir önceki yazımda belirttiğim gibi, spor artık dünyanın en büyük ekonomik
faaiyetlerinden biri haline geldi ve buradaki aktörlerin kendilerine mutlaka
çeki düzen vermeleri gerekiyor.

Emre BELÖZOĞLU'nun kırmızı kartla atılışını seyrederken, aklıma Barcelona'da oynadığı son yıllarda sürekli kırmızı kart gören efsane futbolcu Ronald Koeman geliverdi bir anda. Kariyerinde 503 maçta 193 gol atan, oynadığı 78 Milli Maçta ise birçoğu frikikten 14 gole imza atmış olan bu süperstarın, yaşlandıkça toleransının azaldığını ve son derece hızlı, genç oyuncuları durdurmaya çalışırken ne kadar sinirlendiğini dün gibi hatırlıyorum. Sporcu yaşlandıkça belki akıllanıyor ama arkadan gelen gençlerin daha süratli, daha güçlü oluşu bir yana eskisi gibi koşamadıklarını ve mücadele edemediklerini fark etmeleri de başa çıkılması zor psikolojik haller yaratıyor. İşte bu nedenle mutlaka profesyonel yardım alınması gerekiyor.

Dünyada bugün spor ekonomisi otomotivin de önünde 20. sıraya kadar yükselmiş bir sektör. Sadece futbolun küresel anlamda yıllık büyüklüğü 500 milyar dolar civarında. Peşinde sürüklediği sektörler itibarıyla bakılırsa Türkiye ekonomisinin büyüklüğüne eşit durumda. Toplam 3 milyar insana ulaşmış bir müşteri kitlesi var. Görüntüyü şöyle netleştireyim: Bugün FIFA'ya üye olan ülke sayısı Birleşmiş Milletler'e üye olan ülke sayısından daha fazla. FIFA'da 208, BM'de ise 192 üye bulunuyor.

Böyle bir kitlenin artık kabul ettiği tek paradigma var: Atletik kabiliyetlerin peşi sıra "eğlencenin" de istikrarlı şekilde devamını ve gelişmesini sağlamak. Dolayısıyla müsabakaların sürekli olabilmesi kadar, sporcunun da kendi şahsında istikrar sağlaması isteniyor. Sürekli mali sıkıntıda olan kulüpler ve müsabakanın tadını kaçıran oyuncular istenmiyor artık. İngiltere'de efsane olan Vinnie JONES yada Paul GASCOIGNE tipindeki oyuncuların devri kapandı. Herkes güzel bir maç seyretmek istiyor. Son dünya kupasındaki fakir futbol, bu talepleri iyice şiddetlendirdi.

Bugün İspanyol ve İngiliz Liginin seyir keyfinin sırrı da burada yatıyor: Maçlar son derece çekişmeli, oyuncular kabiliyetli ve sportmen, ve en önemlisi Avrupa'nın parasal anlamda en değerli 20 takımının yarısı bu liglerde. Ayrıca Avrupa kulüplerinin toplam faaliyet karlarının yarısından fazlası yine bu 2 ligdeki takımlar tarafından elde ediliyor. Manchester United, Real Madrid, Arsenal ve Barcelona'nın esas faaliyet karlarının toplamı 500 Milyon Euro'ya yakın bir seviyede. Deloitte'un Avrupa Parasal Liginde, 2007-2008 sezonunda 111 milyon Euro Geliri olduğu hesaplanarak ite kaka 19. sıraya yükseltilen Fenerbahçe'nin, yukarıda bahsettiğimiz
sebeplerden dolayı sonraki yıllarda sıralamaya girememesi çok da sürpriz
olmamalı diye düşünüyoruz.

Devasa borçlarına rağmen Parasal Ligde ilk 20'ye giremeyen üç büyükler Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş, UEFA'da sırasıyla 34, 42 ve 62. durumdalar. Bu da çok şaşırtıcı olmamalı. Hiddink'in A Milli Takım için üç büyükler, hatta Türkiye Süper Ligi dışından oyuncularla bir çatı oluşturmaya çalışması, gözüme her açıdan mantıklı gözükmeye başladı desem, yalan olmaz.