Belçika maçının önce ve sonrası
Brüksel çokca ziyaret ettiğimiz şehirlerden biridir. Her şeyden önce sakindir. Avrupa’nın tüm siyasileri senede birkaç kere bu şehre mecburen uğrar. Buna rağmen güvenlik önlemleri bizdeki gibi bunaltıcı değildir. Belçika’nın nüfusu 10 Milyon civarındadır ve nüfus yoğunluğu neredeyse Monaco kadar vardır. Başkent Brüksel’in nüfusu sadece 1 Milyondur ama siyasi hareketlilik hiçbir yerde olmadığı kadar fazladır. Şehirdeki parlamentoları aklımızda kaldığı kadar sayalım: AB Parlamentosu, Belçika Parlamentosu, Flamanların Parlamentosu, Valonların Parlamentosu ve bir de Brüksel’in Merkez Parlamentosu. Milli Geliri 330 Milyar Dolar civarında olan bu ülkede ilk bakışta her kafadan bir ses çıkıyor gibi gözükse de, herkes ne söyleyeceğini bilir.
Belçika Futbolu birkaç yıllık kötü bir dönemi geride bıraktıktan sonra, son 1 yıldır ciddi bir yükselişte. Gerets, Scifo (Şifo), Pfaff, Vercatauren, Preud’homme, Vandereycken, Verheyen, Van der Elst gibi hepimizin yakından tanıdığı eski yıldızların ardından gelen jenerasyonun başarısızlığı üzerine yeniden yapılanmaya giden Belçika Milli takımının yarısı Premier Lig dahil olmak üzere Belçika dışında top koşturuyor. Takımın yaş ortalaması çok düşük.
Takım Kaptanlığını yapmakta olan Van BUYTEN’in 1.97 boyunda olduğunu ve Milli Takım formasıyla 9 gol attığının altını çizmek gerekiyor. Babası’nın güreşçi olduğu biliniyor ve aileden gelen güçlü fiziğini düşündüğümüzde, maçın ne kadar zor geçeceğini söylemek zor değildi. Bu arada takım kaptanının en skorer oyuncu olduğunu da söylemem gerekiyor. Toplam 9 gol ile Belçika Milli Takım’ın yüzünü güldürüyor.
Türkiye’nin Milli Takımı’nda ise sadece 4 futbolcu yurt dışında oynuyor. Tek önemli farkımız forvet Semih ŞENTÜRK’ün Milli Takım’da gösterdiği 8 gollük performans. Ayrıca Arda TURAN 11, Emre BELÖZOĞLU 7 ve Hamit ALTINTOP da 6 golle göz dolduruyor. Boy ortalamamız Belçika’dan düşük ve yurt dışı tecrübemiz, bir zamanlar dışarıda oynayan Süper LİG futbolcularıyla sınırlı. Yaş ortalamamız da yüksek.
Perşembe günü Brüksel'e vardığımızda her zaman alıştığımız gurbetçi kalabalığını göremedik. Maç günü sokaklarda az da olsa tezahürat oldu. Şehrin Merkezinde dolaşırken de Turk Kafilesi haricinde maçla alakalı herhangi bir hareketlenme de görmedik. Adeta 12 Nisan secimleri öncesindeki heyecansızlık buraya kadar ulaşmıştı. Tabii bir de yaklaşan TFF seçimleri ile ilgili geri sayım da kafilede etkili oluyordu. Herkes Başkan ÖZGENER 'in ne karar aldığını merak ediyordu. TFF Başkanı'nın spekülasyonu sevmeyen yaklaşım tarzını herkes benimsemiş olacak ki, en yakındakileri bile bu konuda kendisine soru sormuyorlardı. Maç sonucunun TFF secimlerine tesir edip etmeyeceği konusunda yaygın bir kanı oluşsa da, ÖZGENER kararlarını çok onceden veren ve zor değiştiren bir insan olarak biliniyor.
Maç saati yaklaşırken, kafile Stadyuma doğru yola koyuldu. O saate kadar maçın ne kadar kritik olduğundan çok, TFF seçimleri ve Genel Seçimler ile ilgili dedikodular konuşuluyordu. Ancak stadyumdaki seyiricinin uğultusu duyulmaya başlandığı anda, gerçeklere geri dönüldü. Stad neredeyse dolu, seyirci ateşli, Belçika Takımı da hazır gözüktü. Benim çok çekindiğim Van BUYTEN yedek soyunmuştu. Maç içinde herhangi bir anda skoru değiştirebilecek oyuncular insanda stres yaratıyor. Bu nedenle umudum arttı. Düdük çaldı, maç başladı ve daha ilk dakikalarda oyun kurmakta zorluk çekeceğimiz belli oldu. Sol kanatta yapılan gereksiz bir hata Belçika'ya golü getirdi. Kafile karamsarlığa büründü.
Ben ise, Norveç ve İsviçre maçlarındaki havayı kokladığım için, "merak etmeyin Arda birazdan ortaya çıkar, sonunda da 2-1 biter" dedim. Nitekim Arda TURAN ortaya çıktı, müthiş bir çalımla rakibini ekarte etti ve Burak YILMAZ'ın belki de golden çok daha güzel şekilde topla buluşması ve zekası golü getirdi. Arda ikinci yarıda bir kere daha sahne aldı ve maçı neredeyse 2-1'e getiriyordu ama bizim aleyhimize. Bereket versin, Belçikalılar penaltıyı dışarı attılar. Belçika Teknik Direktörünün birkaç bariz hatası ve şansın yardımıyla da maçı 1-1 bitirdik ve deyim yerindeyse direksiyona geçtik.
Maç sonunda, kafileden bir kaç kişinin yanlışıkla stadın arkasındaki Atomium'a yürümesi sebebiyle zor anlar yaşadık. Kaybolanları en iyi bulma yolu "olduğun yerde kal ve yakınındaki en belirgin şeyi tarif et" demektir. Cep telefonundan arayıp sorduğumuzda, Brüksel 'de 1958 yılında gerçekleşen Expo Fuarı için yapılmış konstrüksüyonu "lunapark" olarak tarif ettikleri için, nerede olduklarını anlamakta zorluk çekmedik. Sonra direkt olarak havalimanına gittik.
Uçağa girdiğimizde, TFF Başkanı ve Yönetimi'nin yorgun ama kendileriden emin yüz ifadeleriyle karşılaştık. Başkanın kulağına eğildim ve "bu takım final oynar, başında da siz olursunuz" dedim. Gülümsedi. Başkan Vekili Lütfi ARIBOĞAN her zamanki gibi sakin bir ses tonuyla maçı ve atmosferi değerlendirdi. Oldukça doyurucu bilgiler aldım. Ardından tek tek futbolcular gelmeye başladı. Hepsin tebrik ettik. Yalnız, bir tane futbolcumuzun yaptığı lüzumsuz asabiyet sebebiyle uçaktaki hava bozuldu. Böylece, bir oyuncunun saha içinde neyse saha dışında da aynı olduğunu görmüş olduk. Yöneticilerine sabırlar dilerim.
Almanya'nın Avusturya'yı 2-1 yenmesiyle, Brüksel'den 1 puan alarak dönmemizin önemini yol boyu tartışırken, bahsi geçen futbolcu da kendince lobi faaliyetine devam etti. Bu açıdan Hiddink'in Mili Takım için yeni yüzler arayışına gönülden destek vermemiz gerektiğine inanıyorum. Milli Takım aklı sadece sporda olan ve lobi faaliyetinden çok, atletik kabiliyetlerini artırmak isteyen futbolcuları barındırmalı. Hiddink'in kalması önemli dedik. Bunun için de ÖZGENER ve çekirdek ekibin kalması önemli. Neden bunu söylüyoruz?
Türk Futbolu'nun bazı kulüp başkanlarının, siyasetin ve aklı başka işlerde olan futbolcuların eline düşmemesi için söylüyoruz.