Advertisement

Türkiye'nin tohum politikası ve yerel/atalık tohumların geleceğine yönelik yazımıza kaldığımızdan yerden devam edelim.

Bir önceki yazıda biyoçeşitlilik tarafındaki risklere ve küresel tohum şirketlerinin oligopol yapısıyla ortaya çıkan monokültür tehdidine değinmiştik.

O yüzden tohumun stratejik olarak ekonomik, politik, ekolojik ve sosyal boyutları var.

Belki de bu boyutları tek cümle ile açıklayan ABD'nin eski Dışişleri Bakanı Henry Kissenger'ın tarihi sözleri gerçeğe dönüşüyor: “Petrolü kontrol eden devletleri kontrol eder; gıdayı kontrol eden ise insanlığı kontrol altına alır.”

ABD stratejisi kasıtlı olarak dünyadaki aile çiftçiliğini yok etti ve tarımı şirketleştirdi. O yüzden dünyadaki tahıl rezervlerinin neredeyse yüzde 95'ini altı çok uluslu tarım şirketi kontrol eder hale geldi.

Tohumlarda patent, yüzlerce yıldır köylü tarafından ekilen tohumun ticari bir tüzel kişi tarafından alınıp kendi adına tescil ettirmesi ve başka bir yerde bu ürünün artık kullanılamaması için uygulanan bir yöntem. Söz konusu uygulama tarımsal bağımsızlığı tehdit ediyor.

Bu konuda Ziraat Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı Özden Güngör'ün verdiği örnek oldukça dikkat çekici.

Türkiye'de kullanılan tohumların önemli bir kısmının yabancı menşeili olduğunu belirten Güngör, “Örneğin mısır ve patateste yüzde 95, pamukta ve soyada yüzde 80, ayçiçeğinde yüzde 82, sebzede yüzde 75 ve buğdayda yüzde 5 oranında yabancı menşeili tohum kullanılmaktadır. Sonuç olarak tohumculuk pazarının yüzde 70'i yabancı firmalara ait” diyor.

Piyasada denetim ve sertifika verme yetkisinin Türk Tohumcular Birliği`nde olduğunu hatırlatan Güngör, birliğin içinde de çok sayıda çok uluslu şirketin olduğunu belirterek, sertifikalı tohum kullanımından esas kârlı çıkacak olanların da bu tohumların sertifikasını elinde tutan çok uluslu şirketler olduğunu belirtiyor.

Özden Güngör, sadece sertifikalı tohumlara destek verilmesi durumunda ortaya çıkacak riskleri de şöyle sıralıyor:

1- Küçük ölçekli tarım işletmelerimizde kullanılan yerel çeşitlerimiz bu durumda yok olacaktır. Çünkü sertifika firmaları, bu çeşitleri verimli olmadıkları için sertifikalandırmaya gitmeyecekler, kendi buldukları daha verimli çeşitlere yöneleceklerdir. Böylece yerli çeşitlerimiz zaman içerisinde yok olacaktır.

2-Bu politika neticesinde tohumculuk sektörümüz tamamıyla yabancı firmaların tekeline geçecektir.

Güngör, bu uygulamayı yapan bir çok ülkede yerli çeşitlerin tarihe karıştığını da hatırlatıyor.

Peki ne yapılmalı?

Ziraat Mühendisleri Odası bu konuda yol haritası çıkarmış:

1- Sertifikalı tohuma verilen destek gibi, küçük işletmelerde üretimi yapılan yerel çeşitler de mutlaka özel bir destek kapsamına alınmalıdır.

2- Üreticinin elinde çoğaltılan tohumlar izlenmeli, toplanmalı ve çoğaltılması bakanlık tarafından üstlenilmelidir.

3- Küçük aile çiftçiliğini sekteye uğratacak tarım politikalarından kaçınılmalıdır.

4- Doğaya saygılı ve sürdürülebilir üretim biçimleri teşvik edilmeli; ülkemizin bu yöndeki avantajlı durumu değerlendirilerek, yerel tohum için gerekli tüm düzenlemeler yapılmalıdır. Biyoçeşitlilik korunmalıdır.

Tarım Analiz programına konuk olan Yeditepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Metin Turan da tohumun biyoçeşitlilik açısından önemine dikkat çekiyor.

Prof. Dr. Turan, “Önümüzdeki 100 yıl içinde ekolojinin değişimine bağlı olarak meydana gelebilecek beklenmedik durumlara (Susuzluk, tuzluluk, sıcaklık gibi stres koşulları) karşı tohumlar bizim gen bankalarımız niteliğinde. Ekolojik koşullara, olumsuz şartlara daha dayanıklı biyoçeşitliliği yok etmememiz gerekiyor. Öümüzdeki dönemde bizi daha zor ve çetin şartlar bekliyor, dolayısıyla yerel atalık tohumlara daha fazla ihtiyaç duyacağız ve bu yüzden korumak zorundayız” diyor.

“Fide olsun, tohum olsun, amaç sadece yüksek potansiyeli olan ürünleri üretmek olmamalı” diyen Prof. Dr. Turan, kendi ekolojimizde, endemik değeri üstün olan çeşitleri yetiştirerek, onların piyasa ile buluşturulmasının katma değer yaratacağına dikkat çekiyor.

Prof. Dr. Metin Turan, buna en güzel örnek olarak da siyez buğdayını veriyor: “İnsanların siyez buğdayına yönelmesinin gerekçesi içindeki esansiyel aminoasitler, gluten ve selüloz içeriği, protein muhtevası... Siyez buğdayı Anadolu'ya özgü, özel bir çeşit. Üretim miktarı az ama katma değeri yüksek olan bir ürün. Yılda 21 milyon ton buğday üreterek bunun hepsini piyasaya vermek zorunda değiliz. 5 milyon ile bu katma değerin yüz katını elde edebiliriz.”

Prof. Dr. Turan, her bölgede kendi ekolojisine uygun çeşitler üretildiğinde en büyük zenginliğimiz olan endemik çeşitlerin öne çıkacağını kaydediyor.

Hep tekrarlıyoruz.

Gelecekte üç kritik alan tüm dünya için stratejik önemde olacak. Bunlar, su, gıda ve enerji. Bunu artık neredeyse son dönemde yayımlanan tüm raporlarda görmek mümkün. Tohuma da tıpkı toprak ve su gibi bu açıdan bakmak lazım.

Eğer tarımı sürdürülebilir kılmak istiyorsak bunun yolu yerel/atalık tohumu üreten, yetiştiren üreticilerimizi cezalandırmaktan değil desteklemek ve koruyup kollamaktan geçiyor.

2018 sonrasına yönelik tohumculukla ilgili yapılan açıklamalar şu an öngörü şeklinde ve henüz yasal bir karar alınmadı.

Belki de Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı'nın bu noktada sektörün paydaşları ve kamuoyu ile yeniden iletişime geçmesi yararlı olacaktır.

Geçtiğimiz hafta Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB) Başkanı Şemsi Bayraktar'ın yaptığı açıklamadan öğreniyoruz ki bu konuda karar alınırken tohum sanayi dışında sektörün birçok paydaşının görüşü alınmamış.

Tıpkı Ziraat Mühendisleri Odası gibi TZOB da bu konuda görüş alışverişinde bulunulması taraftarı.

Umarız 2018 ve sonrasına yönelik olası yanlış ya da hatalı politikalardan dönülür ve bu konuda ortak bir yol bulunur.

NOT: Yazının ilk bölümünü okumak için linke tıklayınız: http://www.bloomberght.com/yorum/irfan-donat/1970672-yerel-tohumlara-kim-sahip-cikacak-1

İrfan Donat

Bloomberg HT Tarım Editörü

idonat@bloomberght.com