Advertisement

Başlık direkt Rahmetli Barış Manço’nun meşhur parçasını akıllara getirse de son dönemlerde bu ve benzeri gıda ürünlerinin fiyatlarındaki artışlar zaten kimsenin aklından çıkmıyor.

Bugün TÜİK’in açıkladığı Ocak ayı enflasyon verisi de gıdadaki rekor pahalılığı tekrar gözler önüne serdi.

Tüketici fiyatları Ocak’ta aylık bazda yüzde 1.06, yıllık bazda ise yüzde 20.35 oldu.

Gıda fiyatları ise Ocak ayında aylık yüzde 6.43, yıllık yüzde 30.97 arttı.

Ocak 2004 bazlı gıda enflasyonuna göre yıllık gıda enflasyonu tarihi zirvesinde.

Bir başka deyişle son 15 yılın en yüksek gıda enflasyonuyla karşı karşıyayız.

Aylık bazda fiyatı en çok artan ürünler şu şekilde: Çarliston biber yüzde 87, patlıcan yüzde 81, ıspanak yüzde 66, sivri biber yüzde 64, fasulye yüzde 53, domates yüzde 51, salatalık yüzde 45, havuç yüzde 35 artmış durumda.

Yurt içi üretici fiyat endeksi (Yİ-ÜFE) ise Ocak ayında yüzde 0,45, yıllık bazda ise yüzde 32,93 artış gösterdi.

Kamuoyundaki tartışmalara bakarsanız fiyat artışlarını herkes kendine göre farklı açılardan yorumluyor.

Kimine göre son dönemdeki afetlerin rekoltede yarattığı kayıp, kimine göre yüksek maliyetler altında ezilen çiftçinin üretimden kopması sonucu azalan üretim, kimine göre gıda ürünlerinin pazara erişimindeki sorunlar ve oligopol yapı, kimine göre de tüketici mevsimsel tercihlerinin yarattığı bir durum

Bize göre ise cevap ‘e’ şıkkı...

Yani hepsi…

Tarımda üretimden başlayarak işleme, nakliye ve pazarlamaya kadar var olan kronik sorunların çözüm beklediğini her fırsatta dile getiriyoruz.

Sistemin genelinde bir sıkıntı olduğunu, ithalat kolaycılığı ya da günübirlik politikalarla bu sorunların çözülemeyeceğine yıllardır dikkat çekiyoruz.

Yüksek girdi maliyetlerinden başlayarak mevcut sorun ve çözüm önerilerini tekrarlamayacağız.

Bugün konuya biraz daha farklı bir açıdan irdeleyeceğiz.

Tarıma bütüncül olarak bakmak gerektiğini her zaman belirtiyoruz ama yeri gelmişken bugünkü tartışmalardan yola çıkarak söylediklerimizin biraz daha altını dolduralım istedik.

Tarımda herkesin bildiği kronik sorunlara paralel olarak bir de ‘çeşitlilik’ sorunumuz var.

Burada kastettiğimiz ‘çeşitlilik’ biraz geniş bir kavram.

Örneğin kırsaldan şehirlere devam eden göç, üreten ve üretim çeşitliliğini ciddi şekilde sekteye uğratıyor.

Tarımda işgücü kaybı yaşıyoruz.

Üretimden kopuşların yaşandığı, kopmayanların da tutunmaya çalıştığı bir ortamda tarımda artık yeni yatırımlar pek gündemimizde değil.

ÜRETİMDE ÇEŞİTLİLİK SORUNU

Her ne kadar havza bazlı üretim modeli yıllardır gündemde olsa da bunu etkin ve planlı şekilde hayata geçirebilmiş değiliz.

O yüzden üretim bölgelerinde de çeşitlilik meselesini konuşmamız lazım.

Örneğin Antalya’da yaşanan afet, örtü altı yetiştiricilikte de ülke bazında çeşitlilik sorusunu akıllara getiriyor.

Türkiye’de örtü altı yetiştiricilik denildiğinde ilk akla gelen şehirler Antalya, Mersin ve Adana’dır.

Bugün örtü altı yetiştiriciliğinde bu üç il, toplam üretimin yüzde 75’ini tek başına karşılıyor.

O bölgede yaşanan bir doğa afeti özellikle yaş meyve sebze tarafında rekolte ve fiyatlamalarda önemli dalgalanmalar yaratıyor.

Peki neden örtü altı üretim çeşitliliğini farklı bölgelere daha fazla yayamıyoruz?

Denizli, Aydın, Manisa, İzmir, Kütahya, Afyon, Balıkesir ve Şanlıurfa gibi jeotermal seracılığın yaygın şekilde yapılabileceği alanlarımızı çevreyi gözetmek kaydıyla daha etkin kullanamaz mıyız?

Muğla, Samsun, Hatay gibi diğer illerde var olan düşük oranlardaki seracılığı artıramaz mıyız?

Demek ki iklim risklerini daha çok konuştuğumuz bu süreçte üretim bölgelerinde de çeşitliliği konuşmamız lazım.

PERAKENDEDE “ÇEŞİTLİLİK” SORUNU

Üretim sonrası safhada da ‘çeşitlilik’ sorunumuz var…

Kastettiğimiz nokta çiftçinin ürünlerinin pazara erişim çeşitliliği

Yıllık 50 milyon ton civarındaki yaş meyve sebze üretimimizin mevcut şartlarda sadece yüzde 35-40’ı hallerden geçiyor.

Geri kalan kısmı sözleşmeli üretimle birlikte zincir marketlere direkt ulaşır konumda.

Bu arada hemen hatırlatalım…

Türkiye’de 10 ve üzeri şubeye sahip olup bu yüzden ‘zincir market’ tanımına giren market sayısı 145 civarında.

Ama bu pazarın da yaklaşık yüzde 75-80’ini sadece 5 ulusal ve uluslararası market domine ediyor

Daha net ifadeyle Türkiye’de toplam 31 bin civarında zincir market şubesi bulunurken bunun 24-25 bin tanesi sadece 5 şirketin elinde.

Burada rekabetçi bir yapı ya da adil bir çeşitlilikten bahsetmek mümkün mü?

Mahallelerdeki bakkal-manav-kasap çeşitliliğinin yok olmasında ana etken olan bu rakamlar daha çok oligopol bir görünümü yansıtmıyor mu?

Halbuki Portekiz, İtalya, İspanya gibi ülkelere baktığımızda perakende tarafında rekabetçi yapıda bir pazar çeşitliliği karşımıza çıkıyor.

Şeffaf, kayıt altında, denetimi düzgün yapılan semt pazarları, üretici-tüketici arasındaki sistemi sağlıklı ve güvenilir kılıyor. 

Üretici ve satış kooperatiflerinin doğru ve etkin şekilde işlediği modeller korunuyor.

Tüketiciye alışveriş için birden fazla ulaşılabilir alternatifler sunuluyor. 

İHRACAT PAZARINDA ÇEŞİTLİLİK SORUNU

Çeşitlilik sorunumuz sadece bunlarla sınırlı değil.

Daha önce sık sık dile getirdiğimiz üzere ihracat pazarında da çeşitlilik sıkıntımız var.

Birkaç pazara bağımlı ihracat stratejimiz sektörün tamamını daha kırılgan bir hale getiriyor.

Örnek mi?

Alın size narenciye örneği

İhracatımızın yüzde 70’ini Rusya, Irak ve Ukrayna pazarına gerçekleştiriyoruz.

Orada yaşanan bir sıkıntı fiyatları ciddi şekilde dalgalandırıp ciddi mağduriyetler yaratabiliyor. Geçmiş yıllarda bunları maalesef acı şekilde deneyimledik.

Bir örnek daha isterseniz o zaman kanatlı eti sektöründen verelim...

Toplam ihracatın yaklaşık yüzde 50’den fazlası Irak’a gerçekleştiriliyor.

Sonra yüzde 10 ile Hong Kong, yüzde 5 ile Kongo ve Suriye geliyor.

İhracat pazarının yarıdan fazlasının bir ülkeye bağımlı olunduğu bir ortamda pazar çeşitliliğinden bahsetmek mümkün mü?

Buna benzer örnekleri çoğaltmak mümkün…

Tek tip üretim anlayışı, tek tip satış kanalı, tek tip pazar ile sistemi kırılgan hale getiriyoruz.

Halbuki çeşitlilik yapıcı rekabeti doğurur, riskleri bertaraf eder, fırsatlar doğurur.

Bu konuları tartışırken biraz bakış açımızı değiştirsek mi acaba?

Ne dersiniz?

İrfan Donat

Bloomberg HT Tarım Editörü

idonat@bloomberght.com