Advertisement

 

Avustralya seyahatimizin ikinci gününde Sydney’den Melbourne’e uçuyoruz.

Tarım ve Su Kaynakları Bakanlığına bağlı karantina tesislerini geziyoruz.

Fotoğraf ya da video görüntüsü almanın yasak olduğu tesislerde yetkililer bize ülkenin karantina politikaları hakkında detaylı bilgiler veriyor.

Avustralya, kedi ve köpek başta olmak üzere evcil hayvanlar konusunda hastalıktan ari konumda.

Bu durumu korumak için kedi ve köpekler dahil tüm hayvan ve bitkiler Avustralya'ya varışta karantinaya alınıyor.

Karantina süresi en az 10 gün sürüyor ve karantinada geçen her bir günün faturası da hayvan sahiplerine fatura ediliyor.

Avustralya kendi biyolojik çeşitliliğini ve biyogüvenliğini en üst seviyede korumak adına karantina konusunda oldukça sıkı bir politika izliyor.

92 farklı ülkeden ithalat gerçekleştiren Avustralya’da, eğer ithal edilen canlı bitkilerde herhangi bir risk tespit edilirse 5 yıla kadar gözetim altında kalabiliyor.

O yüzden de dünyadaki en sıkı ve sistemli karantina modeli olarak nam salmış.

Bu alanda en sıkı ikinci ülkenin Yeni Zelanda olduğunu öğreniyoruz.

Ülkeye giren/ithal edilen hayvan, bitki türleri ve tohumlar gerektiği takdirde 10 gün ila 5 yıl arasında karantinada kalabiliyor.

Karantina merkezinde olası bitki zararlıları, hastalık ve haşerelere karşı tanı koyma ve koruma çalışmaları yürütüyorlar.

BEYAZ YAKALI GİRİŞİMCİNİN HAYVANCILIK HİKAYESİ

Melbourne’de ikinci durağımız şehrin yaklaşık 80 kilometre dışındaki bir çiftlik.

Avustralya beyaz koyunu yetiştiren Toni Barton’ı ziyaret ediyoruz.

Toni aslında bir beyaz yakalı girişimci.

2008 Küresel Finansal Krizine kadar ABD’nin New York şehrinde yaşayan ve Wall Street’te dünyanın en büyük sigorta şirketlerinden AIG’de üst düzey yöneticilik yapan Toni Barton, yaklaşık 5-6 yıl önce çok farklı bir hayatın içine giriyor.

Toni, 200 dekar arazide 200 baş koyunuyla üretim gerçekleştiriyor.

Çevresinde koyunculuk yapan komşuları ilk başlarda Toni’nin en fazla 1-2 yıl dayanabileceğini söyleyerek, sonunda pes edeceği ya da batacağı noktasında iddiaya giriyor. Ancak 5 yılın sonunda Toni batmak bir yana bölgede bu işi en kârlı yapan çiftçilerin başında geliyor.

Tabii bu başarıda Toni’nin finans dünyasında kazandığı tecrübe ve dünyaya bakış açısı da önemli bir etken.

Zira Toni geleneksel üretim modelinin biraz dışına çıkarak katma değerli üretim ve markalaşmaya yoğunlaşıyor.

Maliyet/kâr marjı hesabını en ince ayrıntısına kadar yapan Toni, inovatif gıda ürünleri ve yenilikler üzerine kafa yoruyor. O yüzden de sadece işin salt üretim tarafında değil katma değer yaratma ve markalı ürün pazarlama tarafında da bir fiil yer alıyor. İnovatif ürünler geliştirirek helal sertifikası bile alıyor. Amacı uzun vadede sadece iç piyasa değil yurtdışına da ürünler pazarlayabilmek.

Toni, koyunlarını yılın neredeyse tamamında merada rotasyonlu şekilde otlatıyor, hayvanlarının önüne hazır yem koymuyor. Biyogüvenlik programını sıkı şekilde uyguladığı için şuana kadar hayvanlarında çok ciddi bir hastalıkla karşılaşmıyor.

İşinin başında olduğu için her gün düzenli olarak hayvanlarının gözünü, ayaklarını, genel görünümünü kontrol ediyor.  

Merada koyun yetiştirmesi ve hayvanlarına hiçbir şekilde kesif yem vermemesinde tüketici tercihinin/talebinin önemli bir etken olduğunu söylüyor.

Koyunlarını aracılara canlı ya da karkas şeklinde satmak yerine kendi mezbahasında işleyerek son tüketiciye aracısız ulaşıyor.

Her ay 12 kez üretici ve tüketicinin buluşturulduğu şehrin çiftçi marketlerine (Farmers Market) sabahın 4’ünde kalkarak gidiyor. Yaptığı hesaba göre bölgede diğer üreticiler her bir koyundan 150 dolar kazanırken, kendisi katma değerli ve markalı üretim sayesinde 450 dolar kazanıyor. Müşteri ile direkt buluştuğu için tüketici taleplerini daha iyi anladığını ve ona göre bir üretim modeli şekillendirdiğini söylüyor.

Toni, tarım sektörüne bakış açısını şu sözlerle özetliyor: “Her çiftçi bir girişimci ve problem çözücü olmak zorunda. Aksi takdirde bu işi uzun vadeli yapmak her geçen gün daha zor hale geliyor. Çiftçiler dirençli olmak zorunda çünkü gelecekte bizleri ne tür riskler bekliyor, kimse net şekilde bilemiyor. Çiftçilere 'ünlü insanlar' gibi davranılmalı çünkü her insanın ihtiyacı olan gıdaları çok zor şartlarda üretiyorlar ve çiftçilerin sayısı artık çok fazla değil. Zorlaşan üretim koşulları çiftçileri daha inovatif olmaya ve yeni fırsatlar aramaya zorluyor.”

Ama şu notu da düşmekte fayda var…

Toni’nin butik üretim modelini tüm Avustralya hayvancılık sistemine mal etmek doğru olmaz.

Sonuçta bu işi büyük ya da küçük çaplı yapan işletmelerin kendi üretim ve pazarlama modelleri var. Mevcut sistemde tıpkı Türkiye’deki gibi aracılar da var.

Ama genel itibariyle ülkede hayvancılığın meraya dayalı bir beslenme modeliyle yapıldığının altını çizelim.

Melbourne kırsalına doğru giderken yolda sağlı sollu şekilde meralarda yayılan büyükbaş ve küçükbaş hayvanları sık sık görüyoruz. Arada kangurulara da rastlıyoruz.

Bu da çiftçilerin hayvancılıktaki en büyük girdi kalemlerinin başında gelen yem maliyetlerinde önemli bir avantaj anlamına geliyor.

Tıpkı Türkiye’de olduğu gibi Avustralya’da da küçük aile işletmeleri zorlu bir dönemden geçiyor.

Sektör temsilcileri, küçük işletmelerin ancak büyüyerek, teknolojik gelişmelere adapte olarak veya bir araya gelerek ayakta kalabileceği görüşünde.

Ya da tıpkı Toni’nin yaptığı gibi farklı bir strateji izlemeleri gerekiyor.

Melbourne’deki ziyaretlerimiz bununla sınırlı değil.

Ellinbank Ulusal Süt Araştırma Merkezi ve Victoria Eyaleti Tarım Bakanlığı’nı da ziyaret ettik.

Ayrıca La Trobe Üniversitesi kampüsünde yer alan Tarımsal Biyoteknoloji Merkezi’nde de görüşmeler yaptık.

Bir sonraki yazıda ülkenin hayvancılık tarafına biraz daha genel bir açıdan bakacağız.

Sizlere ayrıca Avustralya’da tarım teknolojileri, girişimcilik ve inovasyona dair izlenen stratejileri aktaracağız.

İrfan Donat

Bloomberg HT Tarım Editörü

idonat@bloomberght.com