Tarım ve gıda konusunda gündemin nabzını hem yazılı hem de görsel medyada tutmaya çalışıyoruz.
Ancak ormancılık hakkında geçen haftaya kadar ne bir yazı ne de program yapmıştık.
Bloomberg HT’nin Akıllı Tarım programına konuk olan İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Orman Fakültesi, Ormancılık Politikası ve Yönetimi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Cihan Erdönmez, çok değerli bilgiler paylaştı.
Biz de hem Doç. Dr. Erdönmez’in tespitlerini hem de son dönemde okuduğumuz raporlardan yola çıkarak ormancılık tarafındaki önemli bilgileri sizlere yazılı olarak da aktarmak istedik.
Orman Genel Müdürlüğü’nün (OGM) envanter çalışmasına göre Türkiye’nin ormanlık alanı 22.3 milyon hektar. Bu da Türkiye’nin toplam yüzölçümünün yaklaşık yüzde 28’ine denk geliyor.
Ancak Birleşmiş Milletler (BM) Tarım ve Gıda Örgütü’nün (FAO) istatistiklerine göre Türkiye’nin orman alanı 11.7 milyon hektar seviyesinde.
İki rakam arasında dağlar kadar fark var. Peki bu fark nasıl oluşuyor?
Hangi veri doğru?
Cevabını Doç. Dr. Erdönmez şu şekilde veriyor: “FAO bir yerin orman sayılabilmesi için uluslararası bazı kriterler ortaya koyar. Bitki türlerinin 5 metreden çok boylanabilmesi ve araziyi 0,1’den fazla kapalılıkla örtmesi yani ağaçların gölgesinin toplam kara alanının yüzde 10’dan daha fazla örtmesi koşulunu arar. FAO, bizim 11,7 milyon hektarlık ormanlık alanımızın dışında kalan kısmı “diğer ağaçlık alan” kategorisinde değerlendiriyor ama orman demiyor. Biz, onlara eskiden ‘bozuk orman’ diyorduk, şimdi ‘düşük kapalılıklı orman’ diyoruz ve orman envanterimizde gösteriyoruz. Çünkü o alanlar da ağaçlandırma ya da doğal yollarla orman haline getirilip, orman envanterine katılması gereken alanlar.”
Özetle, uluslararası kriterlere göre gerçek orman alanımız OGM’nin bahsettiği gibi 22.3 milyon hektar değil, 11.7 milyon hektar.
ORMAN ALANLARIMIZ NASIL ARTIYOR?
1973 yılından beri yapılan orman envanter çalışmalarının sonuçlarına göre orman alanları Türkiye’de artıyor.
Bu güzel bir gelişme…
Ama orman alanlarımız sanıldığı gibi ağaçlandırma yoluyla artmıyor.
Artışın sadece sınırlı bir kısmı ağaçlandırma çalışmalarıyla gerçekleşiyor.
Asıl önemli kısmı ise kırdan kente göç nedeniyle boşalan ve tarım yapılmayan kırsal arazilerinin kendiliğinden ormanlaşması sonucu yaşanıyor.
Bunu biz değil, “Türkiye’de Orman Değişiminin ve Ormansızlaşmanın Analizi” başlıklı çalışmayı gerçekleştiren Prof. Dr. Erdoğan Atmış ve Yard. Doç. Dr. Batuhan Günşen’in analizi söylüyor.
Söz konusu çalışmada şu ifadelere yer veriliyor: “Toplam orman alanındaki artışın, Türkiye ormancılık örgütü tarafından yapılan ağaçlandırma çabalarının bir sonucu olmadığı, nüfusun sosyo-ekonomik yapısındaki değişikliklerden ve kırsal kesimden kentlere göç gibi ilgili süreçlerden kaynaklandığı bulgusu ortaya çıkıyor”
ORMANLARIN ÜZERİNDE KENTLEŞME BASKISI ARTIYOR
Türkiye’de orman alanı değişiminin 2005 ve 2015 yılları arasında 81 il ve yedi coğrafi bölge genelinde değerlendirildiği raporun sonuçlarına göre Türkiye'nin genel orman alanı artmasına rağmen durumun il ve bölge düzeyinde değiştiği görülüyor.
81 ilden 60'ında ormanlık alanlarda artış, 19'unda bir düşüş ve diğer ikisinde de değişiklik olmadığı görülüyor.
Peki daha çok hangi illerde ormanlık alanlar azalıyor?
Orman alanlarının azaldığı iller, Türkiye'nin batısında, Marmara ve Ege bölgelerinde yoğunlukta.
Özellikle kentsel nüfusun yüksek olduğu, hızlı kentsel nüfus artışı ve aşırı göç alan illerde ormansızlaşma daha çok görülüyor.
Bu konuyla ilgili son yayımlanan ormancılık raporunda ise şu ifadeler dikkat çekiyor: “Ormanlık alanlardaki azalma, özellikle hızlı kentleşme ve sanayileşmenin etkisiyle, yoğun nüfus artışının yaşandığı illerde görülmektedir. Ayrıca, bu illerdeki ormanlık alanların yeni yasal düzenlemelere dayalı tahsisler nedeniyle daha da parçalanmış olduğu ortaya çıkmaktadır.”
Doç. Dr. Erdönmez, orman sayılan alanlardaki tahribatların çok hızlı şekilde arttığına dikkat çekiyor.
Envanter olarak orman alanları artarken, söz konusu alanların orman alanı olarak görünmesine rağmen başka amaçlarla kullanıma tahsis edildiğine dikkat çeken Doç. Dr. Erdönmez, “Enerji üretim tesisi, enerji nakil hattı, maden işletmesi, karayolu, havaalanı gibi alanların miktarı bugün 700 bin hektara kadar ulaştı. Bu da ormanlık alanlarda bir parçalanma yarattığı için etrafındaki ekosistem bozuluyor, bu da etrafındaki ormanları da olumsuz etkiliyor. 2016 sonu itibariyle Türkiye ormanlarının içerisinde yaklaşık 65 bin farklı işletmeye izin verilmiş. Bunlar sadece kurulduğu alanı değil etrafındaki ekosistemi zedeliyor” diyor.
“AĞAÇLANDIRMA ÇALIŞMALARINDA ÇAĞ ATLAMADIK”
Doç. Dr. Cihan Erdönmez, Türkiye’nin son yıllarda ağaçlandırma çalışmalarında çağ atladığı yönünde kamuoyunda yanlış bir algı oluştuğunu da dikkat çekiyor.
Türkiye’de ağaçlandırma çalışmalarının 1946 yılından beri düzenli ve sistemli bir şekilde yapıldığını hatırlatan Doç. Dr. Erdönmez, “1946’dan 2000’li yıllara kadar her yıl ortalama ne kadar ağaçlandırma yapılmışsa, 2000’lerden sonra da yine o civarlarda ağaçlandırma yapılıyor. Yani ağaçlandırma çalışmalarında öyle çağ falan atlamadık. O yüzden eskiden beri iyi bir ağaçlandırma ülkesiyiz, yeni olan bir şey değil” diyor.
ORMAN ALANLARI AMAÇ DIŞINA ÇIKARTILIYOR
Orman yangınlarının önemli bir konu olduğunu ancak Türkiye’nin ormanlarını yaralayan faktörün orman yangınlarından çok, sahip olduğumuz orman alanlarının amaç dışı kullanımı olduğunun altını çiziyor.
Anayasanın 169’uncu maddesinie göre yanan orman alanlarının derhal ormanlaştırılması gerektiğini ve bu kanuna uyulduğunu dile getiren Doç. Dr. Erdönmez, ama bir başka yasanın ormanlık alanları nasıl tehdit ettiğini şu sözlerle özetliyor: “Turizmi teşvik kanunun 8’inci maddesi kapsamında ormanlık alanlarda otel başta olmak üzere turizm tesisleri kurulabiliyor. Sağlıklı orman alanlarında turizm tesisi yapılabiliyor, bu yasal olarak mümkün ama kanayan bir yaramız. Turizmi teşvik kanunun 8’inci maddesinin yeniden ele alınması lazım. Orman kanununun 16, 17 ve 18’inci maddelerinin, maden kanunun yeniden ele alınması lazım.”
TÜRKİYE ORMANCILIĞI 2019 RAPORU
Biliyoruz, yazımız uzadı ama meraklıları için bir rapordan da bahsetmemiz lazım.
Türkiye Ormancılar Derneği, Haziran ayında “Türkiye Ormancılığı 2019” başlıklı kapsamlı bir rapor yayımladı.
37 bilim insanının katkı verdiği 165 sayfalık raporda Türkiye’nin orman varlığı farklı açılardan ele alınırken dünya ormancılığı hakkında da detaylı bilgiler paylaşılıyor.
Biz de hiçbir yorum katmadan raporda öne çıkan bazı notları sizlerle paylaşıyoruz:
*** Türkiye’de istatistiklere göre orman alanı artarken veya tüm ormanlar içerisinde verimli ormanların payı yükselirken, kamuoyunun “ülke ormanları” azalıyor algısına sahip oluşu, ortada aydınlatılması gereken bir sorunun var olduğunu kanıtlamaktadır. Vatandaşlar ormanların yandığını görmekte, işgal edildiğine tanık olmakta, 2B gibi uygulamalarla bazı orman alanlarının sonsuza kadar orman olma özelliğini kaybettiğini, gündelik yaşamlarının bir parçası olarak görmektedir. Bu tanıklıkların bir sonucu olarak da “ormanların azaldığı” düşüncesine erişmektedir. Gerçekten de ormanlar bu nedenlerle azalmakta veya bu gibi ormansızlaşma örnekleri Türkiye’de görülmektedir.
*** 2017 yılında 56 bin 942 hektar ormansızlaşan alana karşılık 46 bin 935 hektar ormanlaştırma söz konusudur ve 2017 yılı “ormanların 10 bin 7 hektar azaldığı” bir yıl olarak tanımlanabilir. Buna karşılık, 2016 yılında 42 bin 393 hektar ormansızlaşmadan daha fazla ormanlaştırma (48 bin 230 hektar) yapılmış ve ülke ormanları 5 bin 837 hektar artmıştır. Uzun dönem bir değerlendirme Türkiye’de ormanların daha da artırılabileceğini fakat 2B ve kalıcı olarak orman niteliğini kaybettiren tahsislerle bu artışın daha düşük gerçekleşmesine neden olunduğu söylenebilir.
*** Bugüne kadar yapılan bakanlık birleştirmelerinin kamu maliyesine hangi katkılar yaptığı veya nasıl bir verimlilik sağladığı meçhuldür. Bu konuda herhangi bir bilimselliğe dayanmayan anlayışlarla ormancılık teşkilat yapısının sık sık değiştirilmesinin ülke ormancılığı ve doğasının yönetimine katkı yapmadığı gibi, telafi edilemez zararlara da neden olduğu açıktır. Ormancılık teşkilatının bağımsız bir bakanlık yapısı altında örgütlenmesinin en etkin sonuçları verdiği geçmişteki örnekler ve deneyimlerle kanıtlanmıştır. Bu nedenle; ülkemizin yüzde 28,6’sına karşılık gelen orman varlığını yöneten, odun hammaddesinden temiz hava ve suya kadar çeşitlenen pek çok ticari ve kamusal mal ve hizmeti tüm toplum ve insanlık için üreten ülkemiz ormancılık teşkilatının müstakil bir Orman Bakanlığı çatısı altında örgütlenmesi ideal yaklaşımdır.
*** Türkiye’de doğanın yeterince korunduğunu söylemek olanaklı değildir. Ülke ormanlarının yarısına yakınının bozuk olması ve topraklarının büyük bir kısmının da çeşitli şiddette erozyon etkisi altında bulunması, bu konuda yeterli kanıttır. Bu nedenle Türkiye bir yandan yaptığı ağaçlandırmalarla övünürken veya övülürken, diğer yandan yeşil örtülerini (florasını) yeterince koruyamayan, sonuçta erozyonun her tür ve şiddetinin görülebildiği “canlı erozyon müzesi” olarak bilinmektedir. Ülkemizde hem politik alanda, hem de toplumda bugüne kadar doğa koruma tam anlamıyla ciddiye alınmamıştır. Bu nedenle Türkiye’nin bitki türlerince zengin olan doğası; ormanlarıyla, meralarıyla ve bozkır alanlarıyla birlikte “harap”tır. Bu nedenle özellikle insan eliyle yapısı bozulmuş, alanların öncelikli olarak ekolojik ve doğaya uygun restorasyon modelleriyle restore edilmesi ormancılığın ana davalarından birisi olmalıdır.
*** Korunan alanlarda, turizmi ve rekreasyonu ön plana alan, planlama zonlarında sınır değişiklikleri yaparak sürekli yeni kullanım fırsatları yaratan yönetim anlayışı terk edilmelidir. Türkiye’de ağaçlandırma denildiğinde artık ağaçlandırılan alanın niceliğinden çok niteliğinin tartışılması gereklidir. Kavramları değiştirerek, izlenebilir çalışmalardan uzaklaşmak yerine, ülkede yerleşik anlayışlarla uluslararası ormancılık camiasının kabullerini referans alacak bir kavramsal temelin benimsenmesi gereklidir. Endüstriyel odun üretimi, erozyon kontrolü, çığ önleme, yeşillendirme vb. amacı belirli ağaçlandırmalara yönelinmesi gereklidir.
*** OGM bünyesindeki mühendislerin büro idareciliğinden, biraz daha ormana yönlendirilmesi ve bunun maddi ve manevi gereklerinin yerine getirilmesi zorunludur. Çalışmaların kontrolü, başarının ödüllendirilmesi ve başarısızlıkların sebebinin araştırılması gerekir. Mesleğimizde böyle bir gelenek ne yazık ki oluşturulamamıştır.
*** Ülke olarak, son derece duyarlı ekolojik yapımız nedeniyle, değil hektarlarca ormanlık arazileri, 1 metrekare orman alanını dahi, orman rejimi dışına çıkarma “lüksü” bulunmamaktadır. Bu gerçeği görmezden gelmek demek, bir gün Doğu Karadeniz’de, bir başka gün Batı Karadeniz’de, bir diğer gün de Isparta/Senirkent’de veya İzmir/Karşıyaka’da sel/taşkın, heyelan ve hatta çığ vb. yaşanmış felaketlerin yenilerini davet etmek demektir. Havzalarda yaşanmakta olan sel, taşkın heyelan vb. felaketlerle, arazi kullanımdaki yanlışlıkların ilişkisi artık görülmeli, ekolojik, ekonomik ve sosyal faktörleri bütünleştirebilen projelerin üretilmesi hedeflenmelidir.
İrfan Donat
Bloomberg HT Tarım Editörü
idonat@bloomberght.com