Advertisement

Küresel tarım emtia piyasasında ortalık toz duman.

Hububat arzı ve fiyatlarındaki belirsizlik tüm hesapları alt üst etmiş durumda.

Buğday fiyatları yukarı tırmanmaya devam ederken, un maliyetleri de artıyor. Haliyle de günün sonunda gözler başta ekmek olmak üzere unlu mamullerin etiketine çevriliyor.

İşte böyle bir ortamda, geçen hafta sonu Antalya’da 16’ncısı gerçekleştirilen Türkiye Hububat Kongresinde sektörün tüm paydaşları ve uzmanlar bir araya geldi.

Her geçen yıl gerilemeye devam eden buğday ekiliş alanları ve dolayısıyla arza dair artan riskler, herkesin dikkat çektiği ortak sorunların başında geliyordu.

Bir yanda artan iklim baskısı ve yaşanan verim kayıpları, diğer yanda ise artan maliyetler ve satış fiyatlarındaki belirsizlik var.

Çiftçiler hem daha az maliyetli ve düşük riskli olan hem de getirisinin daha iyi olacağını düşündüğü ürünlere yöneliyor.

Kuraklık ve ekiliş alanlarındaki gerileme sonucu düşen rekoltenin karşılığı daha fazla ithalat demek.

Buğday fiyatları 9 yılın zirvesinde geziniyor. Geçen yıl bu zamanlar ton fiyatı 230 dolar seviyesinde olan buğday ithalatının bugünlerdeki maliyeti 360-370 dolarlar seviyesinde.

Toprak Mahsulleri Ofisi'nin (TMO) ton başına 2,250 TL olarak açıkladığı ekmeklik buğdayın fiyatı Konya ve Polatlı Borsalarında 4,500 TL seviyelerinin üzerinde işlem görüyor.

İşin daha kötüsü, küresel konjonktürün de etkisiyle fiyatların hangi seviyeleri göreceğini kimse tahmin edemiyor. Döviz kurlarındaki sert yükseliş devam ederken, zirvenin neresi olduğunu kimse öngöremiyor.

Tıpkı diğer ürünlerde olduğu gibi buğday fiyatlarına yönelik de tam bir öngörülemezlik hakim.

Her ne kadar TMO yüklü bir kamu zararını göze alarak piyasada bir denge oluşturmaya çalışsa da an itibariyle buğday-un-ekmek denklemi bozulmuş durumda.

Ekmeksiz sofraya oturmayan, hamur işi yemek ve unlu mamulleri sıkça tüketen bir toplumun hele bir de alım gücü zayıflıyorsa buğday çok daha stratejik bir ürün haline geliyor demektir.

İşte o stratejik ürünün üretiminden kaçan çiftçinin psikolojisini de iyi anlamak lazım.

Onu anlayabilmek için de kırsaldaki dengeleri iyi okumak, çiftçiyi tanımak lazım.

Kongrede Adana Çiftçiler Birliği Başkanı Mutlu Doğru, hem durum tespiti içeren hem de çözüm önerisi olan güzel bir konuşma yaptı.

Biz de o konuşmanın sadece Kongre salonunda alınan notlar arasında kalmaması için sizlerle paylaşmak istedik.

İşte Mutlu Doğru’nun “Bir çiftçinin buğdaydan kaçış analizi” diye nitelendirdiğimiz konuşması:

“Buğday ülkemizde ekmeğimizin hammaddesi olması ve beslenme kültürümüzün içindeki önemi nedeniyle çok stratejik bir üründür.

Ancak üretim seviyemiz verim artışıyla değişmese de son 25 yıl içinde buğday ekim alanlarımız 9.5 milyon hektardan 7 milyon hektara gerilemiştir.

Peki çiftçimiz neden buğday ekmekten vazgeçmektedir?

Neden başka ürünlere yönelmektedir?

Çiftçimizi buğday ekimine nasıl yöneltebiliriz?

İşte tüm bu soruların cevabını bulabilmek için öncelikle buğday eken çiftçimizi iyi tanımalı yani buğday çiftçisinin profilini iyi tanımlamalıyız.

Türkiye’de buğday eken üç grup çiftçi vardır. Bunlardan birincisi, sulama imkânı olan ve yazların uzun geçtiği bölgelerde yaşayan, toprağının daha verimli olması sebebiyle ikinci ürün ekme şansı bulunan üreticilerimiz. Bu gruptaki çiftçilerimiz buğdaydan iyi verim alabilmekte, üzerine de ikinci ürünle iyi bir gelire kavuşmaktadır. Bu çiftçilerimizi birinci ürün olarak buğday ikinci üründe ise diledikleri yağlı tohum ve diğer stratejik ürünleri ekerek her ürüne ait tüm destekleri almalarını sağlayarak buğday ekim alanlarının artması teşvik edilmelidir.

İkinci grup ise yine sulama imkânı olan fakat yaz mevsiminin kısa geçtiği ya da toprak kalitesinin iyi olmaması sebebiyle ikinci ürün ekme imkanı olmayan bölgelerdeki üreticilerimiz. Bu gruptaki üreticiler de buğdayını suladıkları için yeterli verim alabilmektedir ancak buğdayı münavebe ürünü olarak 3 veya 4 yılda bir ekerek tarlalarını dinlendirmektedir.

Üçüncü gruptaki çiftçilerimiz ise sulama imkânı olmayan ve buğdayla arpadan başka ikame ürün ekme şansı bulunmayan, aynı zamanda finansman gücü de diğer gruplara göre zayıf olan, kıraç, engebeli arazi ve bozkırda çiftçilik yapan üreticilerdir. Bu üretici grubunun buğday üretiminin büyük bölümünü sırtladıkları da unutulmamalıdır. Buğday üretiminden zarar ettiği zaman tarlasını boş bırakarak üretim yapmayan ve “çiftçiler tarımdan çekiliyor” denilen grup da işte bu üçüncü gruptur.

Bu çiftçilerimizin buğday üretiminden vazgeçmemeleri ve üretimin sürekliliği için buğday tarımından para kazanmalarını sağlamak ve bu gruptaki üreticilerimize pozitif bir ayrımcılıkla farklı destekler vermek gerekir.

Mesela bu gruptaki üreticilerimizin sertifikalı tohum, gübre, mazot ve fiyat fark desteğini farklı ödeyerek onların buğday üretiminden daha fazla kazanarak üretime devamını sağlamak gerekmektedir. Hatta bu gruptaki üreticilerin almış oldukları kredilerin sübvansiyonlarını dahi yükselterek bu üreticilerimizin finansman maliyetini de düşürmek ayrı bir teşvik olabilir. Her türlü iklimsel değişikliğe karşı verimde büyük farklılıklar yaşayacak olan bu üreticilerimizi TARSİM çatısı altında daha fazla destekleyerek tüm ürünlerini kuraklık ve diğer doğal afetlere karşı da sigortalamak bu çiftçiler için farklı bir teşvik olacaktır.

Buğday tarımının az gelir getirmesi çiftçilerimizin buğday ekmekten kaçmasının ana sebeplerinden bir tanesidir. Fakat bunun yanında suya kavuşan, yazın sulama imkanı olan çiftçilerimiz de yine buğday yerine farklı ikame ürünlere yönelmektedir. Buğday tarımından kaçışa neden olan bir diğer faktör ise damlama sulama metodunun gelişmesi ve devlet tarafından verilen destekler sayesinde engebeli ve sulaması zor olan arazilere dahi meyve, sebze ve çok yıllık bitkilerin ekilmesidir. Bu durum da buğday tarımından vazgeçmeyi hızlandırmaktadır.

Diğer taraftan buğday tarımının önündeki diğer iki rakip ürün ise ayçiçeği ve kanoladır. Bu iki ürün daha yüksek getiri sağlaması sebebiyle çiftçiler tarafından rağbet görmektedir.

Sulu tarıma geçmek ve modern sistemlerle ülkenin ihtiyacı olan ürünleri yüksek verimli olarak yetiştirmek Türk tarımının temel hedefidir.

Ancak bu hedefin yanında kıraç arazilerimizde buğday tarımının vazgeçilmez olmasını sağlamak için buğday verimliliğimizi artırmak da gelecekteki buğday ihtiyacını karşılamamız için ikinci bir hedef olmalıdır.

Bu hedefe ulaşmanın tek yolu ise buğdayda yüksek verim alabileceğimiz, kurak şartlara uyumlu tohum araştırma ve geliştirmelerine daha fazla önem vermemiz, hem özel sektör hem de kamu iş birliği ile buğday tohumu araştırmalarının daha fazla finanse edilmesini sağlamakla gerçekleşebilir.

Kamu araştırma kurumlarında özel sektörün çok başarılı olduğu hibrit tohum araştırmaları yerine, hibrit olmadığı için özel sektörün çok yatırım yapmadığı buğday tohumluğu araştırmalarına ağırlık verilmelidir.

Buğday ticaretinin yapıldığı borsalarda borsa tescil ücretlerinden alınacak bir miktar payın ve yine buğday için verilen tarımsal desteklerden alınacak payın da buğday tohum araştırmalarına aktarılması küresel ısınma ve iklim değişikliği gölgesindeki ülkemiz için buğday üretiminde çok katkısı olacaktır.

Türkiye’de şu anda dekar başına ortalama verimin 300 kilolar civarında olduğu düşünülürse, yaklaşık ortalama verimin 15 kilogram artırılması toplamda 1 milyon ton fazla rekolte ile ülkemize kazandırılacaktır.

Buğday üretiminde sözleşmeli tarıma geçerek un sanayicisi ve buğday üreticisi arasında borsa fiyatları, TMO fiyatları ve dünya fiyatlarının baz alınarak sözleşme yapılmalı, Ziraat Bankası aracılığıyla finanse edilen bu sözleşmelerden tohumluk ve gübre temini sağlanarak çiftçimize verilmelidir. Burada Tarım ve Orman Bakanlığımızın da hakem rolü oynayarak bu sözleşmelerde yer alması çiftçilerimiz için bir teminat olacaktır.

Toprak Mahsulleri Ofisi çiftçimiz için ve özellikle de buğday üreticilerimiz için piyasa oluşmasında bir güvencedir. Ancak Türkiye gibi geniş bir coğrafyada hasat dönemi dört-beş ay gibi uzun süren bir ürüne mayıs ayı başında fiyat açıklanıp hasat sonuna kadar aynı fiyatla piyasanın regüle edilmesi oldukça zor olacağından Toprak Mahsulleri Ofisine daha fazla yetki verilerek piyasadaki gelişmelere göre fiyatlarını revize edebilmesi sağlanmalıdır.

İnanıyorum ki Tarım ve Orman Bakanlığımızın gözetiminde buğday üreticilerimiz ve temsilcileri ile un sanayicilerimizin aynı masa etrafında toplanarak sorunlara çözüm önerileri ile gelmesi sonucunda buğday üretimimiz daha da artacaktır. Türkiye’nin kendi kendine yetecek 20 milyon ton buğdayının üzerine 10 milyon ton civarında da işleyip ihraç edeceği toplam 30 milyon tonluk buğday üretim seviyesine gelecektir.”

Mutlu Doğru'nun söylediklerinin özeti bu şekilde...

Yüksek girdi maliyetleri sorununa daha önceki yazılarda sıkça değindiğimiz için burada tekrara kaçmak istemiyoruz.

Ama artık mevcut gidişatı iyi okumak ve analiz etmek zorundayız.

Daha da ötesi, önümüzdeki döneme dair riskleri minimize edecek politikaları acilen hayata geçirmek durumundayız.

Aksi takdirde krizin faturası çok daha pahalıya mal olacak.

İrfan Donat

Bloomberg HT Tarım Editörü

idonat@bloomberght.com