Advertisement

İnsanın aklı almıyor. Daha bir önceki depremin izleri silinmemişken, geç saatte yeni bir haberle ondan fazla insan öldüğünü öğreniyoruz. Hem de nerede? Onlarca yıl önce inşa edilmiş, önceki depremden etkilenmiş, şehrin en eski otellerinden birinde. Söz konusu otel yeni tadilattan geçmiş. Milyon dolar civarında harcama yapılmış. Ama sadece dışına, mobilyasına, yani gösterişine. Deprem bölgesi olmasına rağmen, binanın taşıyıcı sistemine, neredeyse hiç dokunulmamış. Sanki eskiyen sadece otelin görüntüsüymüş gibi, beton aksamı içeriden ve dışarıdan kaplanmış, örtülmüş. Olayı sosyolojik açıdan incelemek isterseniz; buna şark toplumlarının niteliğe, öze değil niceliğe, görüntüye önem veren anlayışı diyebilirsiniz. Bu topraklarda önemli olan otelin şık görünmesidir. Her şatafatlı giyineni adamdan saydığımız gibi, dışarısı kaplanmış binayı da depreme dayanıklı sanırız. Elbisenin içindeki insanın düşünce yapısını; deprem bölgesindeki binanın çimentosunu, demirini önemsemeyiz.

BÜYÜMEYE KARŞILIK KALKINMA
Aynen, ekonomide büyümeye önem verip, kalkınmayı unuttuğumuz gibi. Yıllardır piyasacı bakış açısının her şeye hâkim olmasının bir sonucu olarak ekonomik kalkınmayı unuttuk. Çoğu üniversitede öğretilmiyor artık. Aralarındaki farkı, basit bir örnekle açıklamaya çalışayım. Ülke ekonomisi, Van’daki otelin dışına ve mobilyasına harcanan para sonucunda o yıl büyüdü. Çoğumuz yüksek büyüme oranı sonucunda memnun olduk. Yabancı sıcak para yatırımcılarının alkışları bizi mest etti. Yanlış anlaşılmasın yabancı yatırımcılara bir sözüm yok. Onlar için otelin içi yenilenmiş, dışı kaplanmış fark etmez. Nasıl olsa Van’a gelip, otelde kalmayacaklar. Önemli olan, daha çok paranın harcanması, dünya küçülürken bizde ekonominin büyümesi. Ama kalkınmacı bir yaklaşımla olaya bakıyor olsaydık, ilk dikkat edeceğimiz şey harcamanın miktarından çok nereye yapıldığı olacaktı. Örneğin, devlet teşvik verirken deprem öne çıkarılacak, önce binanın depreme karşı dayanıklılığı kontrol edilecekti. Sonra klimasına, dış kaplamasına, mobilyasına teşvik verilecekti. Teşvikli bir yatırım değilse, o zamanda devlet deprem önceliklerini denetlemeden binada müşteri kabul edilmesine izin vermeyecek, açılışına da ilin valisi katılmayacaktı. Diğer bir deyimle, kalkınma ülkenin insani gelişmişlik endeksindeki sırası olarak algılanmamalı. Ekonomik kalkınma temelde kamu ve sivil kurumsallaşmadır. Her alanda ülkenin gerçeklerine, ihtiyaçlarına göre yapılanmadır.

DEVLETİ SOYMAK EKONOMİK SUÇ OLMAMALI
Örneğin 1999 yılından bu yana, deprem ülkesinde yaşamamıza rağmen yapı denetimi alanında hiçbir değişim girişiminde bulunulmadı. Depremde en büyük hasarı daima kamu binaları gördü. Ama bunun hesabını kimseden sorulmadı. Bunları önlemeye yönelik yasal ve idari kurumsallaşma, yapısal reformlar gündeme getirilmedi. Hadi insan yaşamının bedelini ödetmenin imkânı yok. Yıkılan binalardan elde edilen haram parayı geri almak da mı zor? Neden kimse bunun peşine düşmedi? Acaba toplumsal ortak bir çıkar mı söz konusu? Eğer değilse, değişimin yapılabilmesi için bir konuda toplum olarak bir karar vermemiz lazım: Devleti soymak ekonomik bir suç olmamalı, en ağır şekilde cezalandırılmalı. Ardından oluşacak anlayışın kalıcı olabilmesi için; bina, köprü, yol yapmanın büyüme, bunların depreme dayanıklı inşasını sağlamak, üretime katkısını artırmak da kalkınma anlamına geldiğini öğrenmemiz önemli. Hepsinden önce, oy verirken; kısa vadeli makyajcı, fırsatçı, popülist yaklaşımları değil kalıcı kurumları öne çıkaran değişimleri tercih etmeyi öğrenmemiz gerekiyor.