Advertisement

Başta finansal sektör olmak üzere devasa sorunlarla boğuşan gelişmiş ülkeler, son krizin çözümünün yükünü paylaşabilmek için G20'ye önem veriyorlar. Artık tartışmalar daha geniş katılımlı toplantılarda, daha çok görüş alınarak yapılıyor.
Bu gelişme bir yandan olumlu. Çünkü artık dünya daha küçüldü. Dolayısıyla sorunlar ve çözümler ortak. Hep beraber alıncak kararların uygulanma ve başarı şansı daha fazla.
Ancak, görünen o ki; toplantılar kalabalıklaştıkça, taraflar çoğaldıkça, çıkarlar ve sorunlar farklılaşıyor, çözümler zorlaşıyor. Örneğin, Avrupa'da kalıcı çözüm için kısa vadede daha fazla kaynak lazım. Orta vadede ise yapısal reformların hayata geçirilmesi gerekiyor.
Bu bağlamda para arayışlarını içeride tüketenler, IMF'ye yöneldiler. Ancak orada da yeterli kaynak yok. Artırmak için, Japonya ve Çin'e başvurdular. Her iki ülke de IMF'ye borç vermek yerine, kota paylarının artırılmasını istediler. Bu IMF'de karar verme mekanizmasının değişmesi anlamına geldiği için, ABD tarafından reddedildi.
Diğer potansiyel ek para kaynağı Almanya ise, "Ben yeteri kadar borç altına girdim daha fazlasına gücüm yok" demeye getiriyor, para vermekten kaçıyor.

GEÇMİŞTE BAŞARILMIŞTI
Bazı ekonomi tarihçileri benzeri durumun II. Dünya Savaşı'ndan sonra da yaşandığını hatırlatıyorlar. Bretton Woods'ta kararların çok çabuk alındığına ve ekonomilerin hızla toparlandığına dikkat çekiyorlar.
Haklılar, kamu borç stokunun yükü o yıllarda da milli gelirin oldukça üstündeydi. İngiliz iktisatçı Keynes, borç yüküne aldırmadan, ekonomide tam istihdamın sağlanabilmesi için maliye politikasına yönelmeyi öneriyordu. Harcamalar artırıldı.
Bu bağlamda gündeme gelen ABD'nin "Marshall Yardımı"yla, önce Avrupa'nın sonra Türkiye dahil birçok ülkenin ekonomisi büyüdü. Yanı sıra IMF, Dünya Bankası ve GATT gibi kuruluşlar kuruldu. Ekonomideki birçok değişim politik reformlarla desteklendi.

PARAYI KİM VERECEK?
Şimdi bunca toplantıya, piyasaya verilen likiditeye rağmen sonuç alınamıyor.
Aslında nedeni basit. Beğenirsiniz veya beğenmezsiniz, söz konusu etkin ve verimli kararlar II. Dünya Savaşı sonrasındaki günlerde alınabildi. Unutmayalım ki, o kanlı savaş da 1929 Büyük Buhranı'nın bir sonucuydu. Buhran'ın yarattığı tüm dengesizliklerin yükü, savaş sonrası ortamda çok fazla sorgulanmadan mağlup devletlere ve fakirlerin omuzlarına yüklendi.
Bu nedenle önerilen tüm yapısal reformlar toplumda kabul gördü. İnsanlar savaşta yaşadıklarından daha kötüsü olamayacağını düşünerek dışarıdan gelecek parayı beklemeye başladı.
Sonunda parayı Amerika verdiği için dolar dünya parası oldu. ABD mal ve hizmet ticaretini domine etti. Ardından politik gücünü pekiştirdi.
Bugün gelidiğimiz aşamada ne o günün politik şartları var ne de G20'de parayı verecek, yapısal reformlara önderlik edecek siyasi bir güç. Kabul etmek gerekir ki, sorunlar çok farklı ve derin. Ama ne olursa olsun çözümü vardır. Sadece yükleri kimin ve nasıl paylaşacağına/taşıyacağına karar vermek biraz zor. Dertleri, ülkeler ve toplumun katmanları arasında dağıtabilecek bir yöntem bulunamıyor. Zaten ülke dağılımı çözülse, siyasetçiler içeriye kısmi çözümler bulabilecekler.
Ama umutsuz olmaya gerek yok. Piyasa kendi yolunu birilerinin(?!) yardımıyla buluyor. Baksanıza haftaya kadar Yunanistan dert kaynağıydı. Tam bitti derken şimdi de Portekiz tartışılmaya başlandı. Ona da milyarlarca Euro bulmak gerekecekse ne olacak? Daha birisi için yeteri kadar bulanamayan para, nereden bulunacak?
Sizi bilmem ama ben, parça çözümlerle süreci uzatmayı esas alan yöntemlerden sıkıldım. Yeter artık. Nihai kararlar verilsin, yapısal reformlar ivedilikle hayata geçirilsin. Biz de önümüzü görebilelim.