Advertisement

Dokuz aylık ödemeler dengesi rakamları cari açığın azaldığını gösteriyor. Döviz gereksinimi düşüyor. Buna karşılık gelen döviz miktarı azalmıyor. TCMB'nin yayımladığı analitik bilançoya göre; 39 milyarlık açık varken, toplam döviz girişi 51 milyar lira. Aradaki 12 milyar dolarlık fazlaya net hata ve noksan kaleminden gelen 6 milyar dolar da eklenince, döviz rezervleri, ilk dokuz ayda 18 milyar dolar artmış.

Buna sevinmek mi lazım acaba? Merkez Bankası'nın böyle düşünmediği reel kur hedefi açıklamasından belli. Artık fiyat ve finansal istikrar yerine kur istikrarı öne çıkmaya başlayacak gibi görünüyor. Aktifinin yüzde 75'i yabancı para olan bir merkez bankasının işi kolay değil.
Bence ekonominin neden bu kadar dolarize olduğunu doğru tahlil etmek lazım. Ardından bu parayı kimler veriyor, onu anlamak gerek. Çünkü dolarizasyon eski ve karmaşık bir konu.

Dolayısıyla ben ikinciyi ele alacağım. Aşağıdaki tablo, dünyada varlık yöneticilerinin yönettiği para miktarının 2011 sonunda 88.6 trilyon dolar olduğunu gösteriyor. Bizim yıllık toplam milli gelirimizin 112 katı kadar bir büyüklük. Çoğunluğu bireysel emeklilik fonları, mutual fonlar ve sigorta şirketlerine ait. Bunlara geleneksel yatırım fonları deniyor.
Anılan fonlar 2008 krizinde 15 trilyon dolar civarında para kaybetti. Görünen o ki, geçen yıl sonu itibarıyla yaralarını epeyi sarmışlar. Hatta bu yılın sonu için yapılan tahminler daha da olumlu.

Pozitif gelişmeye diğerlerinin yanı sıra iki önemli etken büyük katkı sağladı
. Birincisi, 1980'li yılların ikinci yarısından sonra dünyada hızla yayılan para ve sermaye piyasalarının gelişimi. Hatırlarsınız, 90'lı yıllar, dünyada büyük ekonomik ve siyasi dönüşümün yaşandığı günlerdi. Sovyet Bloku yıkılmış; pazar ekonomisi, planlı merkezi ekonomiye üstünlük kazanmıştı. Aynı günlerde, Güney Doğu Asya'dan Afrika'ya birçok ülkede Borsalar kuruluyordu. Amerikalı ve Avrupalı danışmanlar şirketlere bilanço, iyi yönetişim, pazarlama, strateji dersleri vermeye başlıyordu. Amaç onları yeni açılan sermaye piyasalarına hazırlamaktı.

Para yöneticileri, böylelikle sadece New York, Londra veya Tokyo piyasalarında işlem yapıp aşırı fiyat balonları oluşmasının önüne geçmeyi hedefledi. Özellikle 1998 ve 2001 krizlerinden sonra gelişmekte olan piyasa ekonomilerinde hayata geçirilen yapısal reformlar bu ülkelere para akışını hızlandırdı.

SONRA PARA MUSLUKLARI AÇILDI

İkinci etken dört büyük ekonominin para otoriteleri FED, ECB, Japonya ve İngiltere merkez bankasının düşük faiz ve bol likidite politikasıdır. Krizden önce, Ocak 2007'de dört bankanın dar kapsamlı para tanımı (M1) toplamı yaklaşık 12 trilyon dolar civarındaymış. Şimdi bu rakam 18 trilyon dolara yaklaşmış. Yani yarı yarıya artmış. Dahası bu paralar bankalara kredi dağıtsınlar diye verilirmiş. Ancak onlar çok ucuza, neredeyse sıfır faizle aldıkları bu kaynaklarla kredi vermek yerine para, sermaye ve emtia piyasalarına yatırılmaya başlamış. Çünkü oralarda hem risk az hem de getiri daha yüksek.
Sorulması gereken son bir soru da şu; piyasalarda yabancı ağırlığı bilinen bir gerçek. Onlar alıp, onlar satıyorlar bize ne zararı var? Haklısınız. Ellerindeki varlıkları bir gün yerli küçük yatırımcıya satmadıkları sürece, olayın makro ekonomik etkilerini bir kenara koyabilirsek, mikro bir sorun yok.