Advertisement

Türkiye bağımsız kurullara alışamadı. Bu idari yapıların yöneticilerinin atanma ve görevden alınma biçimleri diğerlerinden farklıdır. Belli bir süreyle atanırlar ve o süre içinde görevden alınabilmeleri için kanun değişikliğinden başka bir yöntem yoktur. Bundan amaç, siyasetçilerin kurumlar ve kararları üzerindeki etkisini sınırlamaktır.

Ancak bizim eko-politik yapımızda siyasetçiler kurumların günlük işlerine müdahaleye bayılırlar. Bürokratlara bırakamazlar. Bazılarının siyaset yapma nedeni bile budur. Dolayısıyla aralarında uyuşmazlıklar çıkabilir. Bu nedenle zaman zaman kanunla yönetici değişikliklerine şahit oluyoruz. Bunun ilk örneği 2001 yılında BDDK yönetiminin değiştirilmesi sürecinde yaşandı. En son örneğini de evvelki gece. SPK yöneticileri Meclis’teki bir gece yarısı operasyonu ile görevlerinden alındılar.

Bence yanlış yapılıyor. Yöneticisinin kendini güvende hissetmediği bir kurum, sağlıklı karar almada ve geleceğe yönelik yapılanmalarda kısıtlarla karşı karşıya kalır.

Eğer bağımsız kurullar gerçekten isteniyorsa, gündemde olan Anayasa çalışmalarının yürütme bölümünde, güçlendirilmiş şekilde yer almasını sağlamak gerek. Yok, eğer bundan sonra da gece yarısı operasyonlarına devam edilecekse bağımsız kurulları kapatmanın zamanı gelmiş demektir. Biliyorsunuz Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurulu birkaç ay önce alınan bir kararla aniden kapatıldı. Özetle, iktidar ve muhalefet ortak bir karar versin. Hükümetten bağımsız, Anayasal desteklerle korunmuş bağımsız idari yapıların geleceği belirlensin. Siyasetçi ekonomide günlük işlere karışmaya devam edecek mi yoksa sadece uzun vadeli stratejilere mi yoğunlaşacak belli olsun.

Ancak yapısal değişimler cari açığı düşürür. Yine cari açık konusuna değinmemin nedeni, son günlerde gündeme gelen ödemeler dengesi rakamlarını değiştirmeye yönelik girişimler. Anket teknikleri değişimiyle olayın ne kadarının çözülebileceğini tartışmalı. Eğer sorun yapısal ise o zaman hesaplarla oynamanın kalıcı bir yararı olmayacaktır. Hep söylenir; cari açık bir ülkedeki tasarruflarla yatırımlar arasındaki farktır. Bizim gibi gelişme yolundaki ekonomilerde yatırım ihtiyacı çok olduğu için, ülke içindeki tasarruflar yetmez. Yani tasarruf eksikliği yapısaldır.

Türkiye’de tasarrufların yetersiz olmasının pek çok nedeni sıralanabilir. Gelir dağılımındaki adaletsizlik, maaş ve ücretlerdeki düşüklük, sermaye piyasalarının gelişme düzeyi vb.

Ancak olayın temelinde daha yapısal bir sorun var. TÜİK hanehalkı işgücü istatistiklerine göre; Ağustos 2012 itibarıyla Türkiye’nin toplam nüfusu 73 milyon 716 bin kişi. Peki, istihdam edilen, iş bulabilen sayısı ne kadar? 25 milyon367 bin kişi. Diğer bir deyimle toplamın üçte biri çalışıyor, kalanına bakıyor. O zaman, yükümlülüğü bu kadar büyük olan insanlar nasıl tasarruf edecek?

Çalışmayan nüfusun önemli bir bölümü çocuk ve gençler. Yanı sıra kadınların sadece yüzde 30-35’i çalışıyor. Kalanı evde. Eşlerinin gelirine bağımlı yaşıyor. Kırsal kesimde olanlar evin gelirine sınırlı da olsa katkı sağlayabiliyorlar. Şehirde yaşayan ve işi olmayan kadınların üretkenlikleri ve aile bütçesine katkıları oldukça sınırlı. Hele bir de, nüfusun yüzde 80’inin dar gelirli olduğunu düşünürseniz tasarruf edememe derdinin özü daha iyi anlaşılabilir.

Yetkililerin profesyonel enerjilerini, başta kadınlarımız ve gençlerimiz olmak üzere insanlara iş yaratacak projeler için harcamaları daha yararlı olacaktır. Ama olayın bu tarafını çözmenin uzun ve meşakkatli olduğu da kesin. Kısa vadede kimseye puan getirmiyor.