Advertisement

TBMM Başkanlığı'na Sayıştay Kanunu'na yönelik bir yasa teklifi sunulmuş. Hem de yasal zorunluluk olmasına rağmen, Sayıştay Genel Kurulu'nun görüşü alınmadan. 1862 yılında kurulan Divan-ı Muhasebat'ın devamı olan kurumun kanununu, birkaç ay arayla ve aceleyle sık sık değiştirmenin mantıklı bir açıklaması olmalı.
Sayıştay yüce Meclis, yani halk adına denetim yapıyor. Değil yetkilerini kısmak, azaltmak, aksine daha da genişletmek gerekir. Kurumsal yapı, hata ve eksiklerin en aza indirilmesi amacıyla kendi iç değerlendirmeleri dikkate alınarak düzenlenebilir. Ama bunu siyasetçiler tek başına değil başta kurumun kendisi olmak üzere tüm ilgili tarafların görüşünü alarak yapmalıdır.
Yeniden yapılanmalarda kurumun uzmanlık yapısı, bağımsızlığı, şeffaflığı ve hesap verebilirliği esas alınmalıdır. Ancak son yasa teklifiyle Sayıştay'ın ürettiği raporların kamuoyuna açıklanması sınırlanıyor. Bunu anlamak çok zor. Gizlenecek bir şeyler mi var?
Böylesi değişikliklerde amaç kurumu iğdiş etmek değil; yaşatmak, geliştirmek olmalıdır.

KURUMLARIN İSTİKRARI ÖNEMLİDİR
Çünkü, bir ülkenin çağdaş ve gelişmiş olup olmadığı kurumlarına bakılarak belirlenir. Eğer kurumlar yasal ve idari yapılanmalarıyla güçlü bir geçmişe sahipse, sorunlar çıktığında yerinde ve zamanında hızlı kararlar alabiliyorlarsa, demokrasinin geleceğinden endişe duyulmaz.
Çağdaş demokratik kurumlarda şeffaflık ve hesap verme öne çıkar. Devlet ülke güvenliğini ilgilendirenler hariç tüm kurum ve işlemlerinde şeffaftır. Bundan amaç çok basittir. Devlet vatandaşına hizmet için, onun refahı ve mutluluğu için vardır. Bu amaca yönelik yaptığı her işlem gizli, saklı olamaz.
Öte yandan hesap vermenin temel araçlarından birisi denetimdir. Kamuoyu adına birileri yapılan işlemleri denetlemeli, siyasetçilerin ve bürokratların kamu yetkisini doğru kullanıp kullanmadıklarını araştırmalıdır.

DENETİM SEVİLMEZ
Ancak, ne siyasetçiler ne de bürokratlar denetimden pek hoşlanmazlar. Siyasetçiler "Allah'tan başkasına hesap vermem" veya "Seçimlerde halk yaptıklarımı değerlendirip oy veriyor" diyerek idari ve yasal denetimi etkisizleştirmeye çalışırlar.
Bürokratların tavrının anlaşılması ise biraz daha zordur. Kendi denetçiyken her şeyi eleştirenler, uygulama yapan denetlediği idareye geçip yönetici olarak atadığınızda önce ürkek bir tavır takınırlar. Her işte mevzuata uygunluk ararlar. Bir süre sonra siyasetçiden gelen önerileri mevzuat değişikliklerine dayanarak gözü kapalı yerine getirirler.
Devlette görev yapanların en yaman çelişkisi budur. Bürokrat "işi iyi yapan mıdır yoksa iyi işi yapan mıdır?" Bu ayrım bu topraklarda birçok dürüst bürokratın başını yemiştir. Yapılması istenen işlerin bazılarının "mevzuata uymakla birlikte iyi, ülke yararına işler olmadığı" söylenince, siyasetçiler "davul ve tokmak" örneğini vermişlerdir. Emredilenin yapılmasını istemişlerdir.
Çağdaş denetim işte burada devreye girer ve siyasetçi-bürokrat işbirliğinin "rant paylaşımına" dönüşmesinin önüne geçmeyi amaçlar.
Ancak burada da "iki ucu keskin bıçak" durumu söz konusudur. Bazı denetim elemanları da bağımsız denetim yetkisini, istediğini veya istenileni raporlamak anlayışına çevirirler. Buna bürokraside "tetikçilik" denir. Bir tür ısmarlama denetim raporu yazılması olarak tanımlanabilecek bu yapı, zaman zaman siyasetçilerin elindeki en önemli silah olabilmektedir. Hükümet değişince aynı konuda farklı denetim raporlarının yazıldığı örnekler az değildir.
Ancak ne olursa olsun şeffaflık, denetim ve hesap vermek çağdaş demokrasinin vazgeçilmez unsurudur. Yasa bu bağlamda tekrar değerlendirilmelidir.