Advertisement

İstanbul'a yeni havaalanı ve Sinop'a nükleer santral ihaleleri için; teknik hesapları, yapılabilirlikleri, yer seçimleri, zamanlaması gibi konularda birçok değerlendirme yapıldı. Ben, ihaleleri kamu maliyesine etkileri ve finansman bulma açısından değerlendirmeye çalışacağım.

BOL KEPÇE VERİLEN KAMU GARANTİLERİ
Projelerin ortak yanı, bol kepçe verilen kamu garantileri. Havaalanı için verilen garantilerin başında tarife garantisi geliyor. 25 yıllık işletme süresince yolcu başına 20 Euro. Diğer havaalanları için en fazla 15 Euro olan miktar burada artırılmış.
Ardından gelir garantisi var. Devlet şirketlere, 12 yıl boyunca en az toplam 6.3 milyar Euro gelir elde edileceği sözünü verdi. Bu miktardan çok gelir olursa şirketlere kalacak. Az olursa farkı devlet kasasından, bütçeden verecek.
Üçüncü garanti için gazetelerden alıntı yapmak zorundayım: "Sözleşmenin feshi halinde devlet tesise el koyacak. DHMİ, ortakların o güne dek gerek özkaynak gerek krediye yaptığı tüm masrafları üstlecek." Konu sadece Habertürk'te yer almadı, başka gazetelerde de benzer cümlelere rastlanıyor. Ben yazılarımla devletin borç üstleniminin yanlış olduğuna dikkat çekeyim derken, burada karşımıza bir de inşaat için şirketlerin kendi kaynaklarından yapılan harcamalar da çıkıverdi. Böyle bir YİD modeli ilk defa görülüyor. Şirketlerin hiçbir riski yok. İşler istenildiği gibi gitmezse tüm masraflar bir şekilde devlete yıkılabiliyor.
Yanı sıra Atatürk Havalimanı kapatılıyor ve 25 yıl süreyle yeni havaalanı yapılmayacağına söz veriliyor.
Sinop Nükleer Santralı ihalesinde devlet Japonlara, üretilen elektriği 20 yıl süreyle 12 sent/dolardan alacağını taahhüt etti.

GELECEK İPOTEK ALTINDA
Bugün bölgeye yeni havaalanı ne kadar gerekli bilmiyorum. Ama eğer bir yanlış hesap yapıldıysa sorumlusu kim olacak? Devlet verdiği garantilerle milyarlarca Euro gelirden vazgeçiyor. Üstelik 25 yıllığına. Belki sonradan gelen hükümetler, hava ulaşımı için bunun yerine başka projeler geliştirebilecekler ve ona göre farklı bir hava ulaşımı ve yatırım planı yapmak isteyeceklerdi. Ama verilen bu garantiler sadece İstanbul'un değil belki de Türkiye'nin gelecek 25 yılını bağlamış oldu.
Diğer taraftan nükleer santrallar için yapılan yatırıma baktığımızda da benzeri bir durum var. Öncelikle belirtmemde yarar var. Olmayan elektrik en pahalı elektriktir fikrine inanırım. Bu bağlamda enerjide geleceğin planlanması açısından önce yerli kömür kaynakları seçeneği iyi değerlendirildi mi? Nükeer santrala gerek varsa yeni teknolojilerin ticarileşmesini beklemek daha iyi olmaz mıydı? Bilmiyorum.
Ancak bazı uzmanlar dünyada nükleer santralda üretilen elektriğin birim maliyetinin en fazla 7-8 sent/dolar civarında olduğunu iddia ediyorlar. Eğer bu doğru ise, yüzde 50 fazlası bir tarifeyle, hem de 20 yıl alım ve fiyat garantisi verilmesi ne kadar doğrudur?

BASEL UYGULAMALARI VE ÜLKE NOTUNUN ÖNEMİ
Bir an için teknik konuları ve verilen garantileri bir yana bırakalım. Nükleer santrallar için kredileri Japonların ve Rusların bulacağını biliyoruz.
Ama bizim şirketlerimizi finansman açısından kolay bir süreç beklemiyor. Bilindiği gibi Basel II; 2.5 ve III uygulamaları, önümüzdeki yıllarda, Avrupa ve ABD bankalarında sermaye yeterliliği ve risk değerlendirmelerinde önemli değişikliklere neden olacak. Artık yabancı bankaların, kredi verirken, ülke ve şirket riskleri değerlendirilirken borç alan şirketlerin almış oldukları kredi derecelendirme notları öne çıkmaya başlayacak.
Dolayısıyla Türkiye hak ettiği yatırım yapılabilir ülke notuna ivedilikle kavuşmazsa, reel sektörün dışarıdan kredi bulması zorlaşacak. Bulunsa bile pahalılaşacak.