Advertisement

Son kriz sanayileşmiş ülkeler de dahil ekonomilerde büyük hasarlara neden oldu. Nedeni yapısal bozukluklar olmasına rağmen çözüm için bol para basma ve beklenti yönetimi gibi geçici önlemler öne çıkarıldı.
Parasala otoriteler, şirketlere ve hane halklarına korkmayın arkanızdayım borçlanın, harcayın mesajı verdi. Piyasaları likiditeye boğdular. Böylelikle ekonomik kesimlerin geleceğe yönelik beklentilerini iyimser tutmaya çalıştılar. Bol para kamu hazinelerine de ucuz borçlanma olanağı sağladı. Krizin kamu üzerindeki yükünü hafifletti. Yanı sıra ucuz para Borsalara aktı, ekonomisi büyümeyen, şirketleri kazanmayan ülkelerin borsaları bile tavan yaptı. Varlık balonları şişmeye başladı.
Daha önemlisi insanlar, para kazanabilecekleri düzenli bir işe sahip olamadıkları halde, borsalardaki ve faizlerdeki gelişmelere bakıp her şeyin yolunda gittiğine inandırıldılar.

BOL PARA NE KADAR İŞE YARIYOR?

Artık iktisatçılar bol paranın istenen sonuçları yaratmamasının nedenlerini merak etmeye başladılar. Merkez bankalarından ucuz borçlanan bankaların bu paraları krediye çevirirken gösterdikleri isteksizliğin arkasındaki mantığı sorguluyorlar.
Özellikle Avrupa için buldukları ilk neden, bankaların kredi vermektense kamu kâğıtlarına para yatırmaları. İkinci neden ise bankaların uzun vadeli pahalı borçlarını azaltma çabaları. Kriz öncesinde topladıkları uzun vadeli, ancak yüksek faizli tahvillerin parasını, vadesi gelince hemen ödüyorlar. Bankalar merkez bankalarından çok ucuz borçlanabildikleri için; tekrar uzun vadeli, yüksek faizli tahvil çıkarmayınca tasarruf sahibinin parası elinde kalıyor. Bu paranın bir bölümü borsaya yöneliyor. Borsalar tavan yapıyor. Yüksek kâr eden şirketlere ortak olunuyor veya satın alınıyor.
Ama yeni fabrika inşa edilmiyor. Yeni iş ve aş olanağı yaratmıyor.

BİRİLERİ PARAYI ÇEKERİZ DEYİNCE ORTALIK KARIŞIYOR

Ancak paranın efendilerinin de kafası karışık. Bu kadar bol para, kısa vadede istenen sonucu yaratamıyor. Üstelik ekonomideki uzun vadeli dengeleri altüst ediyor.
Finans piyasalarında ilk kural; kısa vadeli ucuz borçlanıp uzun vadede yüksek faiz / kazanç elde etmektir. Ancak son krizden sonra bu kural çalışmıyor. Hazineler uzun vadede ucuz borçlanabilsin diye kısa ve uzun vadeli faizlerin / getirilerin arasındaki fark çok azaldı.
Bununla beraber, gelirlerinin çoğunu uzun vadeli varlıklara yatıran bireysel emeklilik sistemlerinin açıkları hızla büyüyor. Başta Amerika, Japonya ve İngiltere olmak üzere bugün için üzerinde çok konuşulmayan bu konu, çözümü oldukça zor olan yapısal bir sorun. Önümüzdeki on yılda, II. Dünya Savaşı'ndan sonra, 1945-55 arasında doğanlar emekli olacaklar. Bireysel emeklilik fonlarının getirileri düştüğü için emeklilere ödeyebilecekleri para, ömürlerinin sonuna kadar yetmiyor. Bu durumda ya bir süre daha çalışmaya devam edecekler ya da evde otursalar bile emekli maaşı alamayacaklar.
Dolayısıyla, özellikle Avrupa, Japonya ve ABD'deki artan emekli sayısını göz önüne alınca uzun vadeli faizlerin yükseltilmesi gerekiyor. Aksi halde beklentiler düzelmiyor.
Bu gerçeğin farkında olan küresel fon yöneticileri parasal genişlemenin sonunun çok uzak olmadığını düşünüyorlar. FED Başkanı'nın uzun konuşmasındaki bir cümleyle ortalığı karıştıyorlar. Japonya'da borsa bir günde yüzde 7.3 düşebiliyor.
Bizde de not artışlarının art arda geldiği günlerde İstanbul Borsası düşüyor. Önce yüzde 4.6'ya düşen iki yıllık kâğıdın faizi tekrar yüzde 5.3 oluyor. Faizlerde kısa sürede yaşanan değişim yüzde 17'e yaklaşıyor.
Özetle, sıcak paraya mahkûm olunca el âlemin derdi bizi de geriyor.