Advertisement

Pazartesi günü sabah Bloomberg-HT'de dolar, Euro, Borsa gibi verilerin yanı sıra bir de "Sepet" verisi yayımlanmaya başlandı. "Yarım Dolar + Yarım Euro"dan oluşan kur sepeti, piyasalarda en çok dikkat edilen veri olmaya başladı.
Geçmişe dönüp bakınca görülecektir. Yaşanan her kriz, topluma yeni ekonomik kavram öğretti. Toplumun geniş kesimlerinin, günlük ekonomik gelişmelere ilgisi her geçen gün daha da arttı.
Bu değişimde 1989 yılındaki sermaye hareketlerinde yapılan serbestleşme önemli bir etkendir. Bu olayla ekonominin dışa açılma süreci tamamlandı. Ancak, başta siyasiler olmak üzere, şirketler ve diğer ekonomik yapılanmalar yeni yapıyı yaşayarak öğrenmeyi tercih ettiler.

94 KRİZİ VE PİYASA ANLAYIŞI
İlk ders 1994 krizinde alındı. Dönemin Başbakanı, dışa açık bir ekonomide faizin ne anlama geldiğini 5 Nisan Kararlarıyla, öğrenmişti. Aslına bakarsanız bir çoğumuzun durumu da pek farklı değildi. Borsanın ne demek olduğunu, serbest döviz piyasasının nasıl çalıştığını, tezgâhüstü piyasaların ne anlama geldiğini o günlerde öğrendik.
Anında veri yayımlayan bilgisayar sistemleriyle ilk o zaman tanıştık. Daha doğrusu piyasa ekonomisinde zamanın ne kadar önemli olduğunu daha iyi öğrendik. Reuters ekranına sahip olmanın büyük ayrıcalık sayıldığını anladık.
1994 krizi, dünyaya açık ekonomide piyasaların ve ekonomik altyapının sağlamlığının önemini hatırlattı. Ama tam olarak ders alınmadı. Gerekli yapısal değişimler yapılmadı.

2001 KRİZİ VE KAMU AÇIĞI
Kamuoyu, bütçe açığı, kamu borcu ve bankaların açık pozisyonu gibi kavramları 2001 krizinde daha iyi öğrendi.
Örneğin, 1996 yılında Ekonomi Muhabirleri Derneği'nin düzenlediği toplantıda, bir grup gazeteciye KİT'lerin açıklarından ve görev zararlarının, özellikle kamu bankalarında, yarattığı sorunlardan bahsetmiştim. Konunun önemini ve sistemin işleyişini anlatmakta çok zorlandığımı hatırlıyorum. Ama kriz patlak verince en çok konuşulan konuların başında görev zararları geliyordu.
Bu defa yapısal reformların önemi daha iyi kavrandı. Teknisyenler daha fazla dinlendi. Dönemin koalisyon hükümeti büyük bir özveriyle reformların çoğunu hayata geçirdi. Yanı sıra hem özel sektör hem de kamu kurumları ekonomiyi günlük izlemeye önem vererek, kurumsal yapılarını değiştirdiler. Gazetelerin ekonomi sayfaları arttı. Ekonomi kanalları televizyon dünyasında biraz daha önem kazandı.

SON OLARAK KUR SEPETİ
Son gelişmeler sokaktaki insanı yeni bir kavramla tanıştırdı: Kur sepeti.
Kanımca bu gelişmenin basit bir nedeni var. Döviz sepeti artık herkesi ilgilendiriyor. Çünkü TC Merkez Bankası'nın verilerinde de özetlendiği gibi, ekonominin Mayıs 2011 itibarıyla, 360 milyar dolar döviz yükümlülüğü açığı var. Diğer bir deyimle, ekonomide rezervler dahil döviz varlıkları, ödemek durumunda olduğumuz yükümlülüklerden çok az. Bu nedenle, ekonomideki döviz yükümlülüğü olan tüm oyuncular "kur sepeti"ni artık daha yakından takip ediyorlar. Yani, dövize ilgisi, talebi olanların sayısı çok arttı.
Kur artışları döviz pozisyonu açığı olanları doğrudan ilgilendirirken, dolaylı olarak kredi kullananlar için de önemli. Çünkü aldıkları kredinin faiz düzeyi bankanın kullanabildiği ucuz döviz kaynaklarıyla doğrudan bağlantılı. Bir banka ne kadar uzun döviz kaynağı bulabiliyorsa, kredi faizlerini o kadar aşağıya çekebiliyor. Kur sepeti yukarı giderse faizleri, maliyetler yönünden de etkileyecektir.
Aslına bakarsanız yatırımcılar, Merkez Bankası'nın kurları etkileyebilmek için elinde çok fazla aracı kalmadığının farkındalar. Burada kritik soru şu: Sadece likidite kontrolüyle dövize olan talep nereye kadar ertelebilir, nasıl azaltılabilir?
Bunlara ve diğer sorulara yetkin cevap verilebilmesi için kapsamlı bir program hazırlamakta fazla gecikilmemeli.