Gelişmiş ülkeler (GÜ) son krizden sonra, dünyadaki ekonomik dengesizliklerin büyüdüğünü ileri sürüyorlar. Dengesizlikten kasıtları; yaşadıkları cari açık ve kamu açığı sorununa karşılık, yükselen piyasa ekonomilerinin (YPE) döviz rezervi fazlaları ve ekonomik altyapılarındaki sağlamlık. Dünyada dengelerin değiştiği doğru. II. Dünya Savaşı sonrasında dünya hasılasının yarısını üreten ABD, bugün sadece yüzde 20’sini üretebiliyor. Ayrıca, dünyanın en borçlu ülkeleri arasında. Kaynağı belli olmayan sosyal harcamaların olası yükümlülüklerini de hesaba katarsanız, bu sorunun kolay çözümü de yok. Buna, Avrupa ve Japonya’da yaşanan benzeri dertleri de eklerseniz, sanayileşmiş ülkelerde ekonomik büyüme, kısa vadede, yerinde sayacak. Buna karşılık Çin, Hindistan, Brezilya, Rusya ve Türkiye’nin de içinde bulunduğu YPE’lerin büyüme potansiyeli GÜ’lere göre daha yüksek. Yanı sıra, biz hariç, ödemler dengesi fazlalarından gelen yüksek döviz rezervleri var. YPE’ler 6 trilyon dolardan fazla rezerve sahipler. Çin ve Hindistan’ın mal ve hizmet ihraç ederek, Rusya ve Brezilya’nın petrol ve diğer madenlerin ihracatından elde ettikleri bu paralar, GÜ’lerin iştahını kabartıyor. Bunlara bir de, ulusal refah fonlarında (Sowereign Wealth Funds) biriken 4 trilyon doları da eklerseniz, aşırı borçlu GÜ’lerin, kendileri açısından, ne kadar haklı olduğuna daha iyi karar verebilirsiniz.

NE İSTİYORLAR?
GÜ’lerde büyüyememeye çözüm olarak, bizim 2001 krizinde uyguladığımız temel politika seçeneği öne çıkıyor. İhracatlarını artırmak istiyorlar. Bu bağlamda YPE’lerin müdahaleci kur uygulaması ve rekabeti etkileyen politikaları eleştiriyorlar. Kur politikası eleştirileriyle, Çin’in Rembini’ye müdahale etmesine karşı çıkıyorlar. YPE’lerin bu ve benzeri yöntemlerle, avantajlarını devam ettirebildiklerini iddia ediyorlar. Halbuki Uzakdoğu’dan GÜ’lere yapılan ihracatın ardında başka bir gerçek daha var. 1990’lı yıllarda, başta Amerikalılar olmak üzere bir çok uluslararası dev şirket, üretimlerini buralara kaydırdı. Çok ucuz işgücü ve düşük maliyetler şirketlere cazip geldi. Böylelikle gelirleri ve hisselerinin değeri yükseldi. Ancak, kendi ülkelerinde de işsizlik arttı. Yanı sıra şirketler çalışanlarına fazla ücret artışı yapamaz oldular. Kamu kesimi de yüksek borçluluğu nedeniyle, maaşları ve diğer sosyal transferleri büyütemiyor. Sonuç; iç tüketim istenen seviyelere çıkamıyor. Dolayısıyla, büyüyebilmek için dışarıya mal ve hizmet satmaktan başka çareleri yok.


TÜRKİYE DAHA FAZLA İTHALATA HAZIR MI?
Kusurumuza bakmasınlar, biz G-7’lere çok yardımcı olamayacağız. Türkiye’nin diğer G-20 üyesi ülkeden temel farkı, cari açığın yüksek olması. Bununla beraber dış ticaretin ve kambiyo rejiminin bu kadar serbest olduğunun da farkındayım. Eğer özel önlemler alınmazsa, dışarıdaki gelişmeler, var olan açığı büyütmeye devam edecek. Cari açığın aşırı yükselmemesi için, yardım etmek istesek, ithalatı azaltmasak bile, ihracatı da düşürmememiz lazım. Ama nereye ihracat yapacağız?

En büyük ihraç pazarımız Avrupa’nın durumu içler acısı. Sorunlarından kurtulabilmek amacıyla oluşturulan kurtarma fonunun çalışmaya başlayabilmesi için, ülke parlamentolarının tek tek onay vermesi gerekiyor. Seçimlerin yaklaştığı ülkelerde bu iş kolay değil. Her geçen gün, yaşanmakta olan problemler derinleşiyor. Pazarı çeşitlendirelim, yakın komşulara mal satalım desek. Oralarda da savaş ortamından ticareti düşünebilecek tüccar, bankacı, tüketici bulmak zor. Hadi ihracatı fazla dert etmedik diyelim. İthalatı devam ettirebilmek için içeride tüketimi nasıl artırabiliriz? Bazıları biraz daha kredi kullanarak diyeceklerdir. Reel gelirleri senelerdir büyümeyen insanların daha fazla borçlanmaya mecalleri kaldı mı bilemiyorum?

Advertisement