Türkiye'nin kanayan yarası
13 Mayıs 2013 günü Soma'da yaşadığımız ve Türkiye'nin en büyük maden faciası ile sonuçlanan kazanın üzerinden 4 gün geçti. Maden sahibi, yöneticiler, siyasetciler ve hükümet yetkilileri dahil olmak üzere herkes konuştu. Hiçbir konuşma giden canları geri getirmeyecek ve malesef biz Türklerin çok iyi bildiği bir söz olan "Ateş düştüğü yeri yakar" ne kadar geçerli bir ifade olduğunu bir kez daha hatırlatacak.
Bu sebeple benim de elimden madende canını kaybeden emekçilere rahmet, kederli ailelerine bağ sağlığı dilemekten başka bir şey gelmiyor.
Ancak...
Bu kaza bize, özellikle de ekonomi dünyasında yazan, çizen, yorum yapan bir çok kişiye bir gerçeği çok acı bir şekilde yeniden hatırlattı: İş gücü güvenliği ve iş kazaları.
-2023'ün ekonomik hedefleri ve "es geçilen" iş güvenliği
Türkiye Cumhuriyeti'nin 100. yılını kutlayacağı 2023 yılı için hükümetin çok iddalı ekonomik hedefleri var. Şu an 750 milyar $ olan GSMH'nın 2 trilyon $'a çıkarılması hedefleniyor. 10.000 $ seviyesindeki kişi başına ortalam gelirin de 25.000 $'a yükseltilmesi hedefleniyor. Son istatistik olarak dünyanın hali hazırdaki 16. büyüğü olan Türk ekonomisinin ilk 10'a girmesi içim çaba sarf ediliyor.
Bu iddalı hedefler politik görüşü ne olursa olsun her Türk vatandaşını mutlu edecek rakamlar. Sonuçta daha büyük ekonomi, daha çok iş daha çok aş demek. Buraya kadar tamam. Ancak Soma'daki kaza bize gösterdi ki ; büyüme, verimlilik, özelleştirme, üretim artışı gibi kavramların "kar yada gelir " sözcükleri ile bir araya gelmesi her zaman işlerin doğru yolda olduğunu göstermiyor. İş güvenliği sağlanmadan yada iş kazaları konusunda ciddi bir adım atılmadan ne büyütülen ekonominin bir anlamı, ne de kazanılan paranın bereketi var.
Türkiye'nin kanayan yarası iş kazaları
Çalışma ve Sosya Güvenlik Bakanlığı'nın verilerine göre Türkiye'de günde ortalama 180 kaza oluyor ve 4 kişi hayatını kaybediyor. TÜİK'e göre iş kazalarında ölüm oranı 100.000 kişi de 14.5. Bu oranın AB'de karşılığı 2.5. 2002 yılından bugüne kadar 14.000 kişi iş kazalarından dolayı hayatını kaybetmiş ve 30.000'den fazla kişi de "çalışamaz" raporu ile işi bırakmak zorunda kalmış.
İmalat sanayinde faaliyet karları artıyor ama..
Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanı Fikri Işık yakın zamanda yaşanan her türlü olumsuzluğa rağmen krizin Türk İmalat sektörünü etkilemediğini belirtti ve şöyle dedi "2012 yılında imalat sanayi toplam 824 Milyar TL'lik satış rakamını 921 milyar TL'ye taşırken şirketlerin faaliyet karları % 4.7'den % 6'ya yükseldi." Yani işletmelerimiz zor bir senede dahi gelirlerini karlarını artırmayı başarmışlar. Peki bir de Türkiye İş Verenler Sendikası 'na (TİSK) kulak verelim. TİSK diyor ki " 2007'den 2013'e kadar reel anlamda üretim % 17, iş gücü maliyeti % 13.5 , istihdam % 8 verimlilik ise % 7 arttı" . Demek ki TİSK'e göre üretim artışının altını doldurabilecek bir istihdam yada verimlilik artışı yok. Son not da AR-GE konusunda. Türkiye'de AR-GE'ye ayrılan para 2003 yılında GSMH'nın % 0.5'i civarındayken 2013'de %0.9'a yükselmiş. Yani yüzde 1 bile değil. ABD'de bu oran % 3.
Peki nasıl oluyor da, şirketlerimiz istihdam da kayda değer bir artış olmadan, AR-GE faaliyetlerinde hala son sıralarda gezinirken, verimlilik artışında ise sınırlı bir ilerleme kaydetmişken daha fazla üretim ve daha önemlisi gelir elde ediyorlar?
Sanırım işin can alıcı (maalesef her anlamda) kısmı burada yatıyor.
Bu sebeple, önce can sonra ekonomik büyüme.