Advertisement

Başlığı ilk okuduğunuzda aklınıza Harvard Üniversitesi geldi değil mi?

Doğru tahmin ettiniz…

Biz de işte tam o üniversiteden bahsediyoruz.

Son yıllarda tarım arazisi alan ya da kiralayanlar sadece ülkeler ya da yatırım şirketleri değil…

Üniversiteler dahi bu işin içinde...

Bu konuda araştırma yaparken ilginç bir anekdot gözümüze çarptı.

Sizinle de paylaşmak istedik.

Dünyaca ünlü Harvard Üniversitesi’nin 37,1 milyar dolarlık bağışını yöneten kendi bünyesindeki Harvard Management şirketi, dünya çapında yaklaşık 854 bin hektarlık tarım arazisi için 10 yıldan fazla sürede yaklaşık 1 milyar dolar harcama yapmış.

Dünyanın en zengin okulu konumundaki Harvard Üniversitesi’nin sahip olduğu tarımsal işletmeler arasında Kaliforniya’da üzüm bağları da var, Yeni Zelanda’da süt çiftlikleri ve hatta Uruguay’da okaliptüs arazisi

Bitmedi…

Harvard Üniversitesi, Brezilya, Güney Afrika, Avustralya, Rusya ve Ukrayna gibi ülkelerde pamuk, soya fasulyesi ve şeker kamışı üreten tarımsal işletmelerin de sahibi.

Ve işin daha da ilginç yanı, Harvard’ın arazi ediniminde zaman zaman adının illegal yöntemlere karışması.

Bugün bir kesim Harvard’ın tarım arazisi alımlarını etik dışı olarak eleştirirken, bir kısmı da riskli bir yatırım olarak yorumluyor.

Yani herkesin derdi başka…

Harvard’ın tarım arazisi alımlarının karmaşık şirket yapıları üzerinden kanalize edildiği ve bu durumun belirli tarım arazilerini tespit etmeyi zorlaştırdığı da bir başka tartışma konusu.

Kısacası Harvard Üniversitesi’nin tarım arazileri ve işletmelerine yönelik yatırımı hukuki, finansal ve itibar risklerini de içinde barındırıyor.

Bu bilgileri niye paylaştık?

Çünkü dünyada tarımsal arazilere karşı artan iştahın belki de en somut örneklerinden birisi olduğu için…

TARIM ARAZİLERİNDE KÜRESEL ‘KAPIŞMA’

Geçtiğimiz yıllarda bu konu hakkında yazmıştık.

Nüfus artışı, ekilebilir tarım arazilerinin gün geçtikçe daralması, artan tüketim ve değişen iklim, tarım ve gıdada izlenen küresel politika ve stratejilere yön verir hale geldi.

Çok sayıda gelişmiş ve gelişmekte olan ülke, gıda güvencesi ve güvenliğini gerekçe göstererek farklı ülkelerde tarım arazileri satın alma ya da kiralama yöntemine başvuruyor.

Ülkelerin izlediği politikalara paralel olarak uluslararası şirketler ve dev yatırım fonları ise meseleye kamuoyundan farklı olarak kaygı ve risklerden öte ‘ticari pencereden’ bir ‘fırsat’ olarak bakıyor.

Temelde, gıda hâkimiyeti için küresel bir rekabete şahit oluyoruz.

Gıda savaşları’ ve ‘su savaşları’ gibi senaryolar çerçevesinde tarım ve gıda alanında üretimden pazarlamaya kadar farklı bir dönemin içinde bulunuyoruz.

Kendi toprakları dışında arazi satın alan ya da kiralamayı tercih eden ülkeler arasında ABD ve Çin ile birlikte İngiltere, Fransa, Hollanda’nın da aralarında bulunduğu Avrupa ülkeleri başı çekiyor.

Suudi Arabistan, Hindistan, Malezya ve Singapur gibi ülkelerin yanı sıra Körfez ülkeleri de bu alana oldukça ilgili.

Ama Kuzey Amerika ve Batı Avrupa'dakiler hariç hemen hemen bütün ülkeler bu sürecin içinde ‘riskli’ ve ‘kaygılı’ konumda gösteriliyor.

Zira uluslararası tarım ve gıda politikaları ABD ve Avrupa özelinde oluşturuluyor ve dünyaya yayılıyor.

Uluslararası Kara Koalisyonu’nun Arazi Matrisi veri tabanına göre katı mülkiyet hakları bulunmayan ülkeler ise bu alanda pazar konumunda.

Ama şu notu da düşmekte fayda var: Bu veriler örtülü şekilde gerçekleştirilen yatırımları kapsamıyor.

Mesela bir raporda Brezilya'nın yabancı yatırımcılara 2,4 milyon hektar tarım arazisi kiraladığı ve sattığı belirtilirken, başka bir raporda Brezilya’dan kiralanan ya da satın alınan toplam arazi büyüklüğü 3 milyon hektarı gösterebiliyor.

Aradaki farklarda da örtülü şirketler ya da aracılar devreye giriyor.

Yani birileri adına alınan arazilerin şeffaf bir kaydı bulunmuyor.

O yüzden bu alanda çok sağlıklı ve güncel verilerle ulaşmak hayli güç.

Mesela Latin Amerika’dan bir örnek verelim…

Başta Brezilya olmak üzere yardım fonları adı altında ticari faaliyetlerini farklı kimliklerle farklı ülkelerde sürdüren bazı işadamlarının başı bu konuda son dönemde dertte.

Örneğin Sao Jose do Rio Preto'daki APAE yardım kuruluşunun başkan yardımcısı olan Euclides de Carli, 130 bin hektara sahip olduğu Piauı’deki arazileriyle ilgili soruşturma altında.

Carli’nin yıllarca aralarında Cargill, SLC Agricola, Bunge, Agrinvest ve hatta uluslararası fonlar gibi tarımsal devlerin yer aldığı müşterileri adına arazi topladığı iddia ediliyor.

Kısacası ortada tüm çıplaklığıyla duran bir gerçek var ki o da tarım çok uluslu şirketler ve hatta bazı büyük emeklilik fonları tarafından ihmal edilemeyecek kadar stratejik bir yatırım aracı olarak görülüyor.

HERKESİN GÖZÜ AFRİKA TOPRAKLARINDA

Raporların ortak noktasına baktığımızda, çapraz yatırımların başı çektiği bölge Afrika toprakları.

Yani açlık ve susuzluğun kol gezdiği, kıtlığa karşı savaş açılan topraklar...

Ama ne hazindir ki halkının karnını doyuramayan fakir topraklar, zamanı geldiğinde başka ülkelerin fırsat kolladığı verimli tarım arazilerine dönüşebiliyor.

Yatırımcı ülke ve şirketlerin radarında öne çıkan ülkeler arasında Etiyopya, Sudan, Kongo, Kamerun, Gine, Zambiya, Kenya, Tanzanya ve Mozambik gibi ülkeler dikkat çekiyor.

Bugüne kadar açlık, yoksulluk ve savaşlarla anılan topraklar, bundan sonraki süreçte tarımsal üretim ve ihracatla anılacak.

Tabii ilgi sadece Afrika ile sınırlı değil…

Yine Güney Amerika’da ve Asya’da da belirli bölgelere “yatırımcı ülke, şirket, fon ve üniversite” ilgisi yüksek.

KÜRESELLEŞMENİN YENİ BİÇİMİ

Yabancı yatırımcıların farklı ülkelerden toprak satın alması, ‘küreselleşmenin yeni biçimlerinden biri’ olarak pazarlanıyor.

Söz konusu durum 2007-2008 küresel gıda fiyat artışlarından sonra özel bir önem kazandı.

Zira gıdaya erişim noktasında yaşanan sıkıntılar, önümüzdeki döneme dair tarımın değerinin daha net anlaşılmasına sebep oldu.

Tarım ve gıdanın küresel stratejilerde dış politika enstrümanı olarak kullanılması tesadüf değil.

Bugün telaffuz edilen rakam, dünyada yaklaşık 250 milyon hektarlık bir tarım arazisinin üçüncü ülkeler tarafından satın alınmış ya da kiralanmış olduğu yönünde.

İzlenen bu politikalar ışığında Dünya Ticaret Örgütü kuralları, serbest ticaret anlaşmaları gelecek dönemdeki üretim-ithalat-ihracat dengelerinin oluşmasında temel alınıyor.

Ve çoğu durumda, Uluslararası Kara Koalisyonu raporları, ‘büyük ölçekli arazi edinimi’nin kırsaldaki küçük üreticilerin haklarını ve geçim kaynaklarını riske attığına dikkat çekiyor.

Küresel anlamda toprak haklarının korunamamasıyla birlikte 2,5 milyar insanın “açlık” ve “yoksulluk” tehdidi altında olduğuna vurgu yapılıyor.

DİMYATA PİRİNCE GİDERKEN…

Hangi ülke nereyi kiraladı ya da satın aldı konusuna liste şeklinde girmeyeceğiz.

Zira bu listeyi köşe yazısına sığdırmak oldukça güç.

Ama yazıyı okuyunca haliyle aklınıza Türkiye’nin Sudan’da kiraladığı tarım arazileri gelmiştir.

2014 yılında Türkiye-Sudan Tarımsal İşbirliği Anlaşması çerçevesinde Sudan’da 780 bin hektar arazi kiralandı.

Aradan 4 yıl geçtikten sonra Kasım 2018 itibariyle arazilerin Sudan hükümetinden tamamen teslim alınacağı ve kamu desteğiyle özel sektöre yatırıma açılacağı belirtildi.

Burada nasıl bir üretim modelinin uygulanacağı, kimlerin ne üreteceği ve üretilen ürünlerin nasıl değerlendirileceği konusunda çok fazla detay paylaşılmadı.

12 bin 500 hektar alanda model çiftlik kurulacağı bilgisinden başka akıldaki soru işaretlerini giderecek bir açıklama yok.

Ama daha da önemlisi Türkiye’de işlenmeyi bekleyen topraklar dururken, girdi maliyetleri başta olmak üzere üretimdeki sorunlar çiftçinin sırtında kambur olurken odağın Sudan’a kayması da açıklama gerektiren bir başka konu.

Zira dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olmamak adına artık Türkiye’de tarım arazileri ve çiftçilerin geleceğine yönelik bir şeyler yapmak gerekmiyor mu?

İrfan Donat

Bloomberg HT Tarım Editörü

idonat@bvloomberght.com