Advertisement

İMKB Başkanı yaptığı konuşmada finans sektörünün muhteşem olduğunu ama tek kanatla uçmaya çalıştığını, bütün yükün bankacılık sektörünün üzerinde olduğunu ve bu yapının değişmesi gerektiğini belirtmiş. Son 10 yıllık dönemde yerli yatırımcıların tasarruflarını mevduatta ve devlet iç borçlanma senetlerinde değerlendirdiğini, bu şekilde Türkiye’nin gelişiminden istifade edemediklerini, değeri artan şirketlerden yabancı yatırımcıların yararlandığını vurgulayan Başkan, halka açılacak olan şirketler için de ‘’Büyük bir patlamanın eşiğindeyiz. Erken yola çıkan büyük avantaj sağlayacak’’ demiş. 2000-2001 krizinden bu yana gerçekten de sermaye piyasasının gelişmediğini, güdük kaldığını görebiliyoruz.

Sayın İMKB Başkanı bu tespiti yaparken son derece haklı. Ancak Başkan’ın değerlendirmesinin eksik olduğu da şüphesiz. Çünkü Başkan’ın bankacılık sektörü son 10 yılda müthiş bir patlama yaparken sermaye piyasasının neden gelişmediği sorusunu da sorması gerekirdi. Başkan tüm iyi niyetiyle Borsadaki halka açık şirket sayısının artması, piyasanın derinleşmesi, borsanın bölgesel merkez olması yönünde büyük bir çaba harcıyor. Ancak sermaye piyasasının güdük kalmasının gerekçesini ortaya koymadan ve bunun üzerine çözüm üretmeden sermaye piyasasının büyük patlama yapması pek kolay görünmüyor. 2000-2001 krizinde bankacılık sektörünün ne durumlara geldiğini hatırlamayan yoktur. Krizde büyük bankaların bile battığı konuşulurdu. O zamanlar alıcı bulamayan bankalarımız birkaç yıl içinde hayal dahi edilemeyecek bedellerle satıldılar. Bankacılık sektörü krizi atlatıp da nasıl bugünlere geldi? Devletin verdiği garantilerle. Devlet tüm mevduata, tüm repolara, tüm Hazine bonosu ve devlet tahvillerine tam garanti verdi. Ardından sıkıntısı çözülemeyecek olanlara el koydu ve o bankalara da aynı garantileri verdi.

Yani 2000-2001 krizinin fazla uzun sürmemesinin tek nedeni devletin yarattığı güven ortamıydı. Bu güven ortamı yaratılmasaydı, tasarrufların aynı hızla geri dönüşü mümkün olmaz, hatta mevduat çekilişleri devam ederdi. Bu sayede bankalar tekrar toparlandı ve devletin çok sert düzenlemeleri altında dünyada örnek gösterilecek aşamaya ulaştılar. Aynı dönemlerde sermaye piyasası da krizden etkilenmişti. Ama bankalar gibi batan finans kurumu olmadı, çünkü kriz öncesi SPK kuralları sayesinde sektör oldukça tedbirliydi. Krizde aracı kurumlar ve diğer finans kurumları batmadı ama halka açık bankalara ve bunlarla ilişkili şirketlere bankacılık nedeniyle el konulmuş olması sermaye piyasasının zarar görmesine yol açtı. Üstüne enerji şirketlerinin imtiyazlarının kaldırılması sermaye piyasasında zararı ve mağduriyeti artırdı. Bu zarar ve mağduriyetler devlet tarafından yaratıldı. Bankacılık kesimine yaratılan güven ortamı sermaye piyasasına yaratılamadı. Sermaye piyasasına güven yaratılmaması ötesinde yatırımcılara sonuç itibarıyla zarar verilmiş oldu. Devlet bankacılık kesimine verdiği güven ortamını ne yazık ki sermaye piyasasına vermediği içindir ki sermaye piyasası bugün güdük kalmış durumdadır. Sermaye piyasasına güvenini kaybeden yatırımcının geri dönüşü olmadı. Kaçan yatırımcılar geri gelmediği gibi, dönmeyenlerin durumunu gören yeniler de piyasaya girmiyorlar. Sermaye piyasası bu yüzden çok geri kaldı, gelişemedi, büyüyemedi, yatırımcı sayısı artmadı. Aradan 10 yıldan fazla zaman geçmiş olmasına rağmen bu konuda atılan en küçük bir adım olmadı. Bu güven sorunu halledilmeden de sermaye piyasasından beklenen büyük patlama bir türlü olmuyor ve galiba da olmayacak.