Advertisement

Çukurova Elektrik ve Kepez Elektrik’e el konulduğunda Uzan ailesinin açtığı davalar dışında şirketlerin küçük ortakları da işlemin iptali ve tazminat davası açmışlardı.
Bu davalar Danıştay’da kaybedilince dava açanların önemli bir kısmı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde Türkiye’ye karşı dava açtılar. Bu davalar esas olarak mülkiyet haklarına
ilişkin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesine dayandırılmıştı. Davaların diğer
dayanakları da vardı ancak ağırlıklı olarak yatırımcıların mülkiyet haklarına haksız yere devlet tarafından el konulduğu savunması yapılmıştı. Ancak bu savunmalar yeterli bulunmamış ki, AİHM’de açılan davaları yatırımcılar kaybettiler.
Hatırlanacağı üzere, 2003 yılında imtiyaz sözleşmesi bulunan Çukurova ve Kepez şirketlerinin tüm varlıklarına el konulmak suretiyle, imtiyaz sözleşmeleri feshedilmişti. El koymaya siyasi gerekçe itirazları bulunsa da, şirketlerin yönetimini elinde bulunduran Uzan ailesinin sözleşmeye aykırı davranışlarının ve mevzuata uymayan işlemlerinin el koymanın gerekçesi olduğu herkesçe biliniyor. Bunu neden yaptıkları bu yazının konusu değil ama Çeaş ve Kepez’in ardından İmar Bankası’na da el konulmasıyla
Türkiye’nin önemli büyük gruplarından birinin sonu gelmişti. Yatırımcılar açısından ise, devletin el koymada haklı olup olmadığı, Uzan ailesinin hatalı davranıp davranmadığının hiçbir önemi yoktu. Yatırımcılar Borsa şirketi oldukları için bu şirketlerin hisselerini almışlar ve sahip oldukları hisseler yüzünden servetleri yok olmuştu.
O zamanlar da çok yazıldı çizildi.
Borsadan hisse senedi almış Çeaş ve Kepez hissedarlarının hisselerine el konulmasa, sadece Uzan ailesinin hisselerine el konulsa ve şirketler devlet tarafından işletilmeye  devam edilseydi hiçbir problem yoktu. Bunu yapmak hukuk tekniği bakımından mümkün
olmadıysa, küçük yatırımcılara o günkü kapanış fiyatlarından tazmin teklifi sunulsaydı da herhangi bir sorun olmazdı. Ancak bu mantıklı önerilerin hiçbiri kabul edilmedi ve binlerce
mağdur yaratılmış oldu. Devletin bu çözüme yanaşmamasında Uzan ailesinin de yararlanma ihtimali olabileceği ya da açılacak davalarda devletin elinin zayıflayabileceği gibi düşünceler haklılık payı taşıyordu.
Sonuçta, şirket yönetiminde olmayan, yapıldığı iddia edilen hukuka aykırı faaliyetlerin hiçbirinde bulunmayan, bu işlerde en küçük müdahalesi ve kusuru olmayan, tek suçları sadece borsada hisse senedi satın almak olan büyük bir yatırımcı kitlesi servet kaybedecek boyutta mağdur edildiler.
Açılan davalar hem içeride hem dışarıda kaybedildi. AİHM’nin kararı oyçokluğuyla alınmış. Temel gerekçeleri ekonomik bir risk alınmıştır şeklinde özetlenebilir. Avrupa’dan da böyle
karar geldiğine göre, yatırımcılar demek ki haklı değillermiş. Ancak özellikle Çeaş ve Kepez’e el koyma kararları sermaye piyasasında bir dönüm noktası yaratmıştı. Sermaye piyasasına olan güvensizliğin zirve yapma noktası bu şirketlere el konulmasıdır. Nitekim o
tarihten bu yana piyasada yatırımcı sayısını artırmak mümkün olamadı ve halen bunun sıkıntılarını yaşıyoruz.
Davalar sürdüğü için sürekli susan yetkililerin bu işi davalar bittikten sonra çözeriz yaklaşımı herhalde bundan sonra hayat bulacaktır.
Oldukça samimi olduğuna inandığımız bu yaklaşımın, çabalara rağmen sonuç vermemesi de mümkün. Ancak eğer bu mağduriyetler telafi edilebilirse, yatırımcı seferberliği adına atılacak en büyük adım olacaktır.