Pazar günkü yazıda ÇEAŞ ve Kepez'in durumunu ele almıştık. Her iki hissenin halka açıklık oranları sırasıyla % 16 ve % 12 idi. Bu iki enerji şirketi dışında imtiyazı iptal edilen Aktaş'ı da saymak gerekir. % 15 halka açıklık oranı olan Aktaş'ın küçük yatırımcının elindeki hisse tutarı 37 milyon dolardı. Diğer iki enerji şirketinin o günkü değerlerini de kattığınızda 3 şirkette mağdur olan yatırımcı tasarrufu 117 milyon dolar ediyor.
Küçük yatırımcının mağduriyeti elektrik şirketlerinde olduğu gibi el konulan halka açık bankalarda ve bu bankaların halka açık iştiraklerinde de oluştu. Yapılan bir çalışmaya göre 2001 krizinden sonra el konulan 4 bankanın (Demirbank, Esbank, Yaşarbank, Toprakbank) halka açık kısmının piyasa değeri 110 milyon dolardı. Muhtemelen halka açık kısım içinde sorumlu olan patron ve yöneticilerin de hissesi vardır ve bunların toplam üzerinden düşülmesi gerekir. Öte yandan, el konulan bankaların halka açık şirketlerinde de ciddi mağduriyetler meydana geldi. Yine yapılan aynı çalışmaya göre el konulan bankalarla bir ilişki nedeniyle 12 şirkete el konulmuş. Bu halka açık şirketlerin halka açık hisselerinin piyasa değeri de o gün itibarıyla 557 milyon dolar. Bu rakamın 157 milyonu EGS Holding, 143 milyonu Medya Holding ve 105 milyonu Sabah Yayıncılık'a ait. Bu halka açık rakamların bir kısmı patronlara ait olduğu için yatırımcı zararı aslında daha az.
El konulan bankalar, el konulan bankaların iştirakleri ve el konulan elektrik şirketleri nedeniyle hiçbir kusuru bulunmayan küçük yatırımcıların uğramış olduğu zarar toplamı böylece yaklaşık olarak 117+110+557=784 milyon dolar ediyor. Yetkililerin zaman zaman açıkladıkları üzere 2001 yılında batan bankalar nedeniyle Türkiye Hazinesi'nin üstlendiği zararın 50 milyar dolarları geçtiği düşünüldüğünde sermaye piyasasında karşılaşılan rakamın oldukça düşük boyutlarda olduğu anlaşılır. Bankacılık kesiminin uğradığı zarar sonrası yapılan düzenlemelerin de katkısıyla kaybolan güven unsuru tekrar sağlanmış, bankacılık sektörü bu güven unsuruyla tahminleri çok aşan bir şekilde büyümesini gerçekleştirmiştir. 2001 krizinde yüz milyon dolarlık piyasa değerlerine sahip olan bankalarımızın bugün 20 milyar dolarları aşan büyüklüklere ulaşabilmeleri yaratılan güven ortamından kaynaklanmıştır. Bugün itibarıyla 2008 krizinden etkilenmediysek ve tüm dünyanın en güvenilir mali sistem diye övdüğü bankacılığımızın temelinde, yaratılmış olan güven unsuru yatmaktadır.
Benzer tabloyu sermaye piyasasında göremememizin nedeni sermaye piyasasına olan güvenin kaybolması ve bu güvenin tekrar oluşturulabilmesi için hiçbir girişimde bulunulmamasıdır. Devletin haklı bazı nedenleriyle görmezden geldiği sermaye piyasası, yaratılan güvensizliği halen yaşamaktadır. Piyasalarda yaşanan onca gelişmeye rağmen sermaye piyasasında müşteri sayısının bir damla dahi artmamasının en önemli nedeni de işte bu güvensizlik ortamıdır. Sorunlar bittiğine göre, belki de bundan sonra sermaye piyasasının bu temel sorununun çözülmesi gerekecektir. Güven unsurunun sağlanmasının ilk ve en önemli adımı da geçmiş mağduriyetlerin giderilmesi olmalıdır. Üstelik benzer mağduriyetlerin tekrar yaşanmayacağına ilişkin yerli ve yabancı yatırımcıda bir güvence sağlanması da şarttır. Hukuki alt yapının da bu şekilde güvence altına alınması gerekir ki, bundan sonra yapılan yatırımcı seferberliği faaliyetleri daha yararlı ve verimli olsun. Zaten bu güvencenin verilememesi halinde hükümetimizin üzerinde çok ısrarla durduğu İstanbul Finans Merkezi projesinin de gerçek anlamıyla hayata geçmesi pek mümkün olamaz.

Advertisement