Koronavirüsün ekonomiye etkileri; ne yapmalı ve neler bizi bekliyor?
Başlıktaki sorular çok zor. Hiçbirimiz de kesin yanıtı veremeyiz. Ne yapmalı sorusunun cevabı için elimizde daha fazla bilinen bulunuyor. Nelerin bizi beklediği konusunda ise belirsizlik çok daha fazla. Herşeye rağmen elimizdeki verilerle görüşlerimizi paylaşmaya çalışacağız.
Bundan birkaç ay öncesine kadar ticaret savaşından, jeopolitik risklerden bahsederken, simsiyah bir kuğu, bilinmeyen bir bilinmeyen olarak hayatımıza girdi. Şu anda ise bilinen bir bilinmeyen olarak bizimle birlikte yaşıyor. Hepimizi fazlasıyla kaygılandıran, endişelendiren bir durumla karşı karşıyayız, adeta oyuncusu olduğumuz bir filmin içinde gibiyiz.
Sağlığımızı tehdit eden bir durum var ve sonuçları doğrudan ekonomiye yansımış durumda. Hem arz hem talep yönlü bir şok yaşıyoruz. Öncelikle üretimin tedarik zincirleri kanalıyla kesintiye uğradığı bir döneme girdik. Ardından, yaşadığımız güven kaybı ve varlık fiyatlarındaki düşüşe bağlı servet kaybı ile fiziksel olarak alışveriş yapabilmenin zorluğu sonucu talep koşullarında ortaya çıkan gerileme üretime olumsuz yansımaya başladı. Üretim düşünce gelir kaybı ortaya çıkıyor, gelir kaybolunca talep tekrar düşüyor. Maalesef bu kısır döngü çok ciddi bir daralma anlamına geliyor.
Son açıklanan verilere göre ABD’de son iki haftada 10 milyon kişi işsizlik ödeneği başvurusunda bulunmuş. Normalde haftada 200 bin civarında olan başvurunun geçmişteki bütün verilerin çok çok üzerine çıkması, dünya ekonomisinin en büyük lokomotifinin çeyreklik bazda tarihinin en büyük daralmasına gittiğine işaret ediyor. Hem iç hem dış talep koşullarının bu denli gerilediği bir ortamda Türkiye dahil birçok ülkenin en az bir-iki çeyrek çok ciddi daralma yaşayacağı anlaşılıyor. Koronavirüs ile gelen Büyük Virüs Krizinin (BVK) ekonomilere vereceği zararın boyutu hala belirsiz ama büyük olacağı kesin.
Geldiğimiz noktada bilinen bir bilinmeyenle karşı karşıyayız. Sorunu yaratan bir virüs olduğuna göre, bu salgının azaldığına ve tedavisine yönelik işaret görmeden finansal piyasalarda ve reel ekonomide bir iyileşme beklemek çok gerçekçi değil. Şu anda en önemli sorun hepimizin sağlığı, kamu sağlığı. Dünya örnekleri koronavirüs ile mücadelede en önemli unsurların maksimum sayıda test yaparak tanı koymak ve olabildiğince izole olmak olduğuna işaret ediyor. Türkiye’deki vaka artış hızı gönüllü izolasyonun yeterli olmadığına, bir süre temel ihtiyaç ürünlerinin üretim ve sevkiyatını temin edecek şekilde zorunlu izolasyonun yani sokağa çıkma yasağının en azından belli bölgelerde gerekli olduğuna işaret ediyor. Bu tür bir izolasyonda ne kadar geç kalırsak işimizin o kadar güçleşme ihtimali artıyor. Bunun anlamı, bir süreliğine ekonomik aktivitenin minumuma inmesidir, resesyondur. Bugün resesyon kamu sağlığı için bir önlem haline gelmiş durumda. Kamu sağlığını önceliklendirememe durumunda, resesyonun çok daha ötesinde ekonomik sorunlarla karşılaşabiliriz.
Ekonomik aktivitede daralma, gelir ve istihdam kaybı demektir. Ekonomi politikalarının önceliği söz konusu gelir ve istihdam kaybının önlenmesi ve telafisi olmalıdır. Daha basit ifade etmek gerekirse, ekonomi politikaları şu mesajı vermelidir; Salgın süresince kimse işini kaybetmeyecek, kaybeden olursa onlar yeni işini bulana kadar destek olunacak, bunun için ne gerekiyorsa yapılacak. Son günlerde ekonomi yönetimimizin bu mesaja yaklaştığını görüyoruz.
Kamu alacaklarını ötelemek, daha ucuz maliyetli kredi imkanları yaratmak mutlaka fayda sağlar fakat gelir ve istihdamın telafisine yönelik ana pollitikanın alternatifi olmamalıdır. Gelir ve istihdam kaybının telafisine yönelik böyle bir program çok ciddi bir kaynak gerektirir. Bu çerçevede kamu iç ve dış kaynaklar yaratabilir. İç kaynaklar borçlanma ve para basmak şeklinde yaratılabilir. Normal koşullarda her iki politikada kısa ve orta vadede başta enflasyon olmak üzere çok ciddi negatif makroekonomik sonuçlar yaratabilir. Fakat olağanüstü bir dönemde yaşıyoruz. Olağanüstü dönemler olağanüstü önlemler gerektirir. Hazine, Merkez Bankasından kısa vadeli avans kullanarak ya da özel tertip tahviller çıkarıp doğrudan ya da dolaylı yoldan merkez bankasına satarak kaynak yaratabilir. Diğer taraftan, Hazine, getirisi görece cazip tahvillerle iç borçlanma imkanları yaratmaya çalışabilir. Sermayenin güvenli limanlara kaçtığı bir ortamda dış kaynak bulmanın çok kolay olmadığı açıktır. Dış kaynak temini uluslararası kuruluşların yaratttığı imkanlar ya da devletler düzeyinde özel anlaşmalarla daha mümkün olabilir. Bu kanalı zorlamak özellikle döviz kuru ve onun yaratacağı enflasyonist baskıları azaltmak açısından önem taşıyor.
Dünya ekonomisi bu siyah kuğuya çok büyük bir borç stoğu ile yakalandı. 85 trilyon dolar üreten Dünya ekonomisinin 260 trilyon doları bulan borcu var. Yaklaşık 15 yıl önce Dünya GSYİH’sı 70 trilyon dolar, borç ise 140 trilyon dolardı. Tarihi boyutlarda olması beklenen daralmanın bu borcun ödenmesini zorlaştıracağını düşünen yatırımcılar güvenli limanlara kaçmaya başladı. Riskli varlıklara talep olmazken, rezerv para sahibi ABD gibi ülkelerin riski düşük kabul edilen tahvillerine çok büyük bir talep oluştu. Riskli varlıklarda arz fazlası, riski düşük varlıklarda talep fazlası olunca piyasalar oluşmakta zorlandı, piyasalarda likidite azaldı. Likide azalınca volatilite artmaya başladı. Likidite azalınca varlıklar arasında geçiş, fiyat cazip olsa bile örneğin bono’dan hisse senetlerine geçiş pek mümkün olmadı. Talep yaratmak kolay olmayınca bütün piyasalar aşağı gitmeye başladı. İşte Merkez bankalarının burada devreye girmesi gerekti ve girmeye başladı. Hem paranın fiyatını yani faizleri düşürerek hem de miktarını arttırarak müdahaleler geldi. Likidite artınca volatilite kısmen azalmaya fakat varlık fiyatları dip seviyelerde dolanmaya başladı. Merkez bankalarının adımları piyasaların iyileşmesi değil daha kötüye gitmesini zaman içinde kısmen engelledi.
TCMB de genişletici para politikası adımları atmaya başladı. Enflasyon riski nedeniyle faiz indirimindeki yer sınırlı fakat miktarsal genişleme ile yapılabilecek oldukça yer bulunuyor. Merkez Bankası'nın bu hafta hem yeni kredi imkanı yaratmak hem açık piyasa işlemleri yoluyla portföyünü büyütmek hem de ihracatçıya destek olma kanalıyla parasal genişlemeye gittiğini izledik. Bu çerçevede benzer yeni adımlar gelebilir fakat yukarıda da bahsettiğimiz gibi TCMB’nin Hazine’ye doğrudan kaynak yaratmasına ihtiyaç olduğu düşüncesindeyiz. Merkez Bankası'nın para basması, Hazine'nin bütçe açığı vermesi başta enflasyon olmak üzere negatif sonuçlar getirecektir. Şu anda istihdam ve firmaların ayakta kalması çok daha önemli görünüyor. Hedefe göre planlanmış, salgın sonrası para arzını sterilize edecek para politikası ile bütçe açığını kademeli olarak indirecek maliye politikası negatif sonuçları sınırlar.
Koranavirüs’ün yarattığı süreci ve politikaları kalıcı düşünmemek gerekiyor. Pandemi geçici fakat süreç iyi yönetilemezse ise ekonomik zarar uzun süre kalıcı olabilir. Pandemi geçici derken bunun birkaç aylık değil belki birkaç yıllık bir süreç alabileceğini düşünmek gerekiyor. Şu ana kadar yaşadıklarımız ve geçmiş deneyimler bize bunu gösteriyor. Örneğin İspanyol gribi 1918 -1919 yıllarında üç aşamada gelmiş. Bahar 1918, Eylül 1918 –Ocak 1919 ve Şubat - Aralık 1919. Muhtemelen Koronavirüs de hemen yok olmayacak. Fakat şu andaki kadar korkutucu ve bizleri izole eden bir durumu da beklememek gerekiyor. Önümüzdeki 2-3 ayın çok zor olacağı, önümüzdeki haftalarda vaka ve kayıp sayısının maalesef artarak bizleri üzeceği, kaygılandıracağı açık.
Buna karşın, umutlu olmamızı gerektirecek gelişmeler de yaşanıyor. Başta Çin olmak üzere Güney Doğu Asya’dan gelen veriler bu salgının durdurulabilir olduğu yönünde sinyaller veriyor. Bir süre sonra yüzde yüz olmasa bile tedavide etkinliği artan ilaçlar konusunda daha somut gelişmeler görebiliriz. Gen teknolojilerinin yardımıyla aşı bir ihtimal beklenenden daha erken bulunabilir.
Alınan önlemler ve tüm bu gelişmelere bakarak Haziran ayıyla beraber ABD ve bizimde bulunduğumuz Avrupa’da vaka sayısında düşüşler ve salgında gerileme ihtimali bulunduğunu düşünüyoruz. Sonbaharda salgın tekrar başlasa bile tedavi yöntemlerinin gelişmesi ile kontrollü bir şekilde, örneğin maske kullanımı vb önlemlerle, hayat akışında görece normalleşme sağlanabilir. Böyle bir senaryoda, arz yönlü şok geride bırakılarak son çeyrekte güçlü bir büyüme karşımıza çıkabilir. Buna karşın bu büyümenin 2021 yılında aynı hızda devam edeceğini beklemek çok gerçekçi olmayacaktır. Tedarik zincirlerinin çalışmasıyla arz yönlü şok atlatılsa bile talep yönlü şokun azalması zaman alacaktır. Koranavirüs tamamen ortadan kalkmadıkça insanların hızla tüketime geçeceğini beklemek çok gerçekçi görünmüyor. Başta turizm olmak üzere eğlence, yeme-içme gibi hizmet sektörlerinin toparlanması zaman alacaktır. Salgın sürecinin iyi yönetilememesi, uzaması durumunda dünya genelinde yüksek borçluluğun yarattığı bir finansal kriz kaçınılmaz olur.
Sonuç olarak, ekonomi açısından zorlu birkaç yıl bizi bekliyor fakat bunun boyutunu henüz bilmiyoruz. Bu sürecin arkasından dünya ekonomisinde iş yapma süreçlerinden, davranışlarımıza kadar çok şeyin değişeceği kesin gibi. Tedarik zincirlerinde planlamanın daha rasyonel yapılacağını, Çin’e bağlılığın kısmen azalacağını alternatif üretim merkezlerinin devreye gireceğini tahmin etmek artık çok zor değil. İyi yönetilebilirse Türkiye açısından bir kazanç ortaya çıkabilir. Diğer bir değişim ise firmaların just-in –time üretim sisteminden yani talep oldukça stoksuz üretim sisteminden Just –in –case, yani ihtiyati olarak stokla çalıştığı bir döneme geçilebilir. Koronavirüs sürecini bir atlatalım, değişime ilişkin tartışılacak çok konu olduğunu göreceğiz.