Advertisement

 

300 koyun projesi açıklandığı ilk günden bu yana hem en çok ilgi çeken hem de en çok tartışılan konulardan biri oldu.

Bir tarafta devletin vereceği 300 koyun, diğer tarafta asgari ücret ve sigorta olunca, bu projeyi kırsaldaki kesim kadar kentli de merak etti.

Gerçi merak edenlerin bir kısmı koyunların bedava verilmeyeceğini, bu projeden yararlanacak olanlardan kırsaldaki arazinin tapusunun ipotek olarak alınacağını öğrenince vazgeçmiş olabilir.

Her ne kadar detaylar dün Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından açıklansa da proje hakkında soru işaretlerinin hepsi giderilmiş değil.

Önce projeyle ilgili bildiklerimizden başlayalım. Sonra aklımıza takılan soruları ve tespitlerimizi sıralayacağız.

Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü (TİGEM), kurumsal web sayfasında sözleşmeli üretim modeline dayanan projeye dair bir sunu planı yayımladı.

Projenin amacı, atıl kalan mera alanlarını üretime kazandırmak, koyun barınaklarının tam kapasite ile kullanımını sağlamak,  koyun varlığını artırmak ve kırsalda koyunculuk yapan insanları sosyal güvenceye kavuşturmak olarak özetleniyor.

TİGEM, söz konusu projeye neden ihtiyaç duyulduğunu ise şöyle özetliyor: “Yetiştiriciler ihtiyaç fazlası dişi kuzuları kesime göndermektedir. Damızlık dişi materyalin kasaplığa gitmesi hayvan varlığının artmasında engel teşkil etmektedir. Hayvan varlığındaki azalma kırsalda yaşamanın sebeplerini ortadan kaldırmaktadır. Bu sebeple koyun sayısı yıllar itibari ile artmamaktadır. Bu durum ihtiyaç olan et üretimini olumsuz etkilemektedir.”

TİGEM, Türkiye’de 1960 yılında 27,7 milyon nüfusa karşın 59 milyon küçükbaş hayvan varlığı olduğunu hatırlatıyor. Yani 1960’larda kişi başına düşen küçükbaş hayvan sayısı 2,14 olarak hesaplanıyor.

Peki bugün durum ne?

Nüfusumuz 80 milyonu aştı, küçükbaş hayvan varlığımız ise 45,6 milyon baş. Yani kişi başına düşen küçükbaş hayvan varlığı 0,56 seviyesinde.

Yani kişi başına düşen küçükbaş hayvan sayısı son 50 yılda 4 kat azalmış.

Konuya küresel ölçekte baktığımızda yine Türkiye aleyhine bir tablo karşımıza çıkıyor.

Küçükbaş hayvan varlığı 1961 yılından 2016 yılına kadarki süreçte dünyada yüzde 62 artarken, Türkiye’de yüzde 30 azalmış.

TİGEM: GİDERLERİMİZ, HAYVAN SATIŞ BEDELİNİ GEÇİYOR

TİGEM, yayımladığı sunu planında kendi işletmelerinde mevcut yasal çerçevede piyasa koşullarında üretim imkanının bulunmadığını belirtiyor.

Hatta neden zarar ettiğini de açıklıyor.

TİGEM’e ait işletmelerde; 250 küçükbaşa 1 işçinin düştüğü belirtilen açıklamada, “İşçilik maliyeti, bakım ve besleme, hayvan sağlığı giderleri, barınak giderleri hayvanın satış bedelini geçmektedir. Mevcut yasal çerçevede piyasa koşullarında üretim imkanı bulunmamaktadır. Aynı işin kırsalda ve mera şartlarında yapılması halinde hem istihdam sağlanacak hem de işletme giderleri satış maliyetinin altına düşecektir” ifadeleri dikkat çekiyor.

Yani TİGEM özetle, “Ben bu işi kârlı bir şekilde yapamıyorum, zarar ediyorum; yapabiliyorsan al sen yap” diyor.

Peki TİGEM, sözleşmeli üretim modelinde Ziraat Bankası aracılığıyla nasıl bir yol izleyecek?

Sözleşme imzalayacağı yetiştiriciye 300 başa kadar küçükbaş hayvanı ücreti karşılığında satacağını belirten TİGEM sunumunda bakım, besleme ve hayvan sağlığı masrafları için de avans verileceği kaydediliyor.

Ancak avans miktarı ve ödeme süreci hakkında detay yok.

TİGEM, doğacak kuzuların alımını garanti ettiğini ve taban alım fiyatını önceden belirleyeceğini ifade ediyor ancak taban alım fiyatı hesaplanırken hangi kriterlerin baz alınacağını bilmiyoruz.

Üretilecek yapağı ve sütün yetiştiricinin olacağı kaydedilen sunumda, Ziraat Bankası aracılığıyla üretim sürecinde, yetiştiriciye bakım ücreti ve sigorta bedelinin avans olarak verileceği kaydediliyor. Ama yine avans miktarı ve ödeme süreci hakkında detay yok.

Sözleşme imzalayan yetiştiricilere TİGEM işletmelerinde eğitim verileceği kaydedilen sunu planında, sütten kesimi müteakip kuzuların alınıp, masraflar düşülerek hak edişin üreticiye ödeneceği belirtiliyor.

PROJEYE BAŞVURACAK KİŞİLERDE ARANAN KRİTERLER

TİGEM, üretici seçimi yapılırken baz alınacak kriterleri de şöyle özetlemiş: “Üretim yapacağı yerin mera alanı, kaba yem üretebilirliği, hayvan varlığı, cinsiyet ve yaşı (Genç çiftçi olması önemli), hayvan barınağına sahip olması, halen hayvancılıkla uğraşıyor olması.”

Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Ahmet Eşref Fakıbaba, daha önceki açıklamalarında projede önceliğin gençler ve kadınlara verileceğini zaten belirtmişti.

Hedef bölgeler olarak da Güneydoğu, Doğu Anadolu ve İç Anadolu Bölgesi öne çıkarılmıştı.

TİGEM, üretici başına 300 başa kadar küçükbaş hayvan vererek 500 bin baş damızlık koyun projesinde toplamda en az 1.666 üretici ile sözleşme yapmayı hedefliyor.

Hatırlarsanız geçtiğimiz yıllarda da “Genç Çiftçi” projesi gerçekleştirilmişti.

2016-2018 dönemini kapsayan projenin ilk başvuru döneminde toplam 382 bin kişi başvurmuş, sadece 15 bin kişi bu programdan yararlanmıştı.

Şimdi gelelim aklımıza takılan sorulara…

Türkiye’de bu kadar damızlık koyun materyalı var mı?

TÜİK verilerine göre 2017 itibariyle koyun varlığımız 33 milyon 678 bin baş.

TİGEM işletmelerindeki toplam koyun sayısı 181 bin baş.

İçeriden bunu tedarik etmek pek mümkün gözükmüyor.

En basit hesap ile 320 bin baş açık var.

O zaman konu tekrar ithalata dönüyor.

İthalat hangi ülkelerden gerçekleşecek? Fiyatlar nasıl olacak?

500 bin koyunun 1.666 üreticiye ne kadar sürede teslim edilmesi hedefleniyor?

Nicelik olarak sıkıntı yaşanan bir materyalde nitelik aramak ne kadar gerçekçi farkındayız ama bu koyunların cinsi ne olacak?

Sonuçta bölgeden bölgeye coğrafya ve iklime göre uyumu değişen cinsler söz konusu.

TİGEM’in elinde Merinos, İvesi, Bafra, Acıpayam, Akkaraman, Mor Karaman ve Malya dahil farklı ırklarda farklı sayılarda koyunlar mevcut.

Bir diğer nokta, bu projenin açıklanmasıyla birlikte küçükbaş hayvan piyasasında yaşanan hareketlenme.

Piyasadan aldığımız haberlere göre koyun fiyatlar artışta…

Hatırlarsanız 2010 yılında 2 yıl geri ödemesiz 5 yıl sıfır faizli kredi desteği açıklandığında buzağı fiyatları 1.000-1.500 liradan 4 bin liraya kadar çıkmıştı. 

KIRSAL KALKINMA POLİTİKALARI

Son bir not da kırsal kalkınma politikalarına bakış açımızla ilgili.

Aslında kırsaldaki üretim kaybı ve kente göçün temelinde sadece ekonomik nedenler yatmıyor. Burada aynı zamanda sosyal bir mesele de var.

Aileler ve de özellikle gençler yaşam koşulları iyileştirilmediği sürece kırsalda yaşamak istemiyor.

Taşımalı eğitim sistemi nedeniyle ebeveynler açısından kırsala ne kadar teşvik verirseniz verin cazip görünmüyor.

Ulaşımdan altyapıya, sosyal olanaklardan teknoloji altyapısına kadar birçok alanda yatırımlara ihtiyaç var.

Kısacası kırsaldaki yaşam şartlarının iyileştirilmesi gerekiyor.

Kırsaldan kente göçün nedenlerini ortaya koyup, temel sorunların çözümüne odaklanmak lazım. 

Aksi takdirde yaşamın ve üretimin kırsalda sürdürülebilirliği açısından konuya sadece ekonomik açıdan bakmak eksik ve hatalı olur.

İşte bu yüzden 300 koyun projesi tek başına başarılı olur mu, emin değiliz.

İrfan Donat

Bloomberg HT Tarım Editörü

idonat@bloomberght.com