Advertisement

Başlıktaki ifade yanlışlıkla yazılmış diye düşünebilirsiniz.

Zira cümleler genelde hep “Tarladan markete… Tarladan sofraya… Tarladan çatala…” diye başlıyor.

O yüzden “Sofradan tarlaya…” şeklinde tam tersi bir ifade de nereden çıktı, diye sorabilirsiniz. 

Sektör paydaşları, Dünya Gıda Günü dolayısıyla son 1 haftadır konferans ve paneller düzenleyerek sürdürülebilir tarımsal üretim ve gıda güvencesine dair görüşlerini paylaştı.

Üç aşağı beş yukarı herkes uluslararası raporlarda öne çıkan benzer veri ve bilgileri paylaştı, Türkiye’ye dair durum tespitleri yapıldı.

Bugüne kadar herkesin hem fikir olduğu sorunlar dile getirilip çözüm önerileri sıralandı.

Ama en çok dikkatimizi çeken, rutinin biraz dışına çıkarak konuya biraz daha farklı açılardan bakan görüşler oldu.

FAO’nun bu yılki sloganı “2030’a kadar açlığa son verilen bir dünya mümkün

Ama daha önceki yazılarımızda dile getirdiğimiz üzere burada bir paradoks söz konusu.

Bir tarafta 821 milyon aç insan, öte yanda kilolu, aşırı kilolu ve obezite ile mücadele eden yaklaşık 2 milyar tok insan var.

Bir tarafta insanlar gıdaya erişim konusunda ‘nicelik’ sorunu yaşarken, diğer tarafta sağlıklı gıdaya erişim noktasında ‘nitelik’ sorunu yaşanıyor.

Her 5 saniyede bir çocuk açlıktan ölürken ve 151 milyon çocuk kötü beslenme sonucu gelişimini tamamlayamazken, öte tarafta her yıl 1,3 milyar ton gıda kayıp, atık ve israf yoluyla heba oluyor.

Ve bu gıda kaybının küresel faturası, çevresel ve sosyal maliyetler de hesaplandığında yılda yaklaşık 2,5 trilyon doları buluyor.

Aslında 7,5 milyar nüfuslu dünya bir yana, 10 milyar insanı dahi besleyebilecek bir tarımsal üretim söz konusu. Ama bu üretim adil şekilde dağıtılarak tüketilmediği için varlık içinde yokluk çeken bir dünya düzeni ile karşı karşıyayız.

Gelelim başlıktaki ifadeye…

Ankara Üniversitesi Gıda Mühendisliği Bölümü Emekli Öğretim Üyesi Prof. Dr. Aziz Ekşi, katıldığımız panellerden bir tanesinde açlık için çözüm arayışlarını dile getirirken, “Sofradan tarlaya...” İfadesini kullandı.

Bildiğiniz üzere dünyada artık yeni gıda sistemleri üzerine tartışmalar var.

Bir taraftan geleneksel yöntemler, diğer taraftan bilim ve teknolojinin entegre olmaya başladığı yeni üretim modelleri gündeme gelirken, öte yanda da tüketici tercihleri ve tüketim trendleri tartışma konusu.

Ama hepsinin temelinde de sürdürülebilirlik, gıda güvencesi ve gıda güvenliği gibi kavramlar yer alıyor.

“Özellikle son 15 yıldır açlıktan çok obeziteyi tartışır olduk” diyen Prof. Dr. Aziz Ekşi, üretim planlamasını konuşurken artık tüketim planlamasını da konuşmamız gerektiğinin altını çiziyor.

Zira tüketici tercihlerinin üretimi daha da şekillendireceği bir döneme giriyoruz.

Ne üretiliyorsa onu tüketmek yerine, tüketici ne istiyorsa onun üretildiği bir süreçten bahsediyoruz.

O yüzden “Sofradan tarlaya gıda güvencesi” yaklaşımı ortaya konurken şu sorular daha fazla önem kazanmaya başlıyor: “Ne yemeli ve içmeliyiz? Gıdalarımız neleri içermeli? Sağlıklı ve aktif bir yaşam için nasıl ve hangi miktarda tüketmeliyiz? Hangi gıdalara ihtiyacımız var? vs…”

Aziz Hoca, bu soruların cevabını verirken de geriye doğru bakış açısını 4 aşamada çerçeveliyor: “Çevre, tarımsal üretim, tarımsal sanayi ve insan sağlığı”

Aslında bu da bize gıdayı konuşurken işin temeli olan tarımsal üretimi tüm boyutlarıyla bakmayı gerektiriyor.

Sürdürülebilir bir tarımsal üretim ve tüketim politikası “ortak akıl” ile oluşturulmak zorunda.

Zira herkesin tarım sisteminde önemli bir rolü var.

BİYOÇEŞİTLİLİK TEHDİT ALTINDA

Dünya Gıda Günü dolayısıyla daha önce paylaştığımız bir veriyi hatırlatmakta fayda var.

Gıda güvencesini tehdit eden önemli noktalardan bir tanesi de hızla kaybettiğimiz biyolojik çeşitlilik.

Monokültür bir tarıma mahkum ediliyoruz.

FAO verilerine göre tarih boyunca, insanlar gıda için yaklaşık 6 bin tür bitki yetiştirdi.

Günümüzde sadece gıda için yaklaşık 150 ürün yetiştiriyoruz.

Ve uluslararası tarım ve gıda şirketlerinin küresel tarım eko-politikasına şekil vermesiyle temelde bunların da yaklaşık 30 tanesiyle beslenmeye mahkum edildik.

Bu arada toprakların niceliğindeki kayıp kadar niteliği de fakirleşiyor.

Su derseniz yönetemediğimiz stratejik bir konu durumunda.

İklimdeki değişimin de etkisiyle öngörülebilirlik azalıyor, kırılganlıklar artıyor.

Yani özetle ezberlerin bozulup yeni şeyler söyleme vakti çoktan geldi de geçiyor.

Artık tarım ve gıda konularında tartışmanın boyutu ve kapsamı değişmek zorunda.

İrfan Donat

Bloomberg HT Tarım Editörü

idonat@bloomberght.com