Advertisement

Yeni bir öğrenim yılı sadece okullar için değil, küresel anlamda ekonomistler için de başlıyor. Bu hafta Amerikan Merkez Bankası FED’in uzun zamandır beklenen ve fiyatlanan para politikası kararı Çarsamba akşamı açıklanıyor. Olası ve beklenen bir tahvil alım programına gelecek sınırlama ile, dünya ekonomi ve finans çevreleri daha önce görülmemiş büyüklükte bir parasal genişleme programının geri çekilme sürecine ve stratejisine tanıklık edecek. Bu ders kimsenin daha önce bu ölçekte inceleme şansı bulamadığı bir “reallocation” (yeniden dağıtım) dersi olduğu için, umarım ki dersimizi daha iyi alırız ve Lehman Brothers’ın batmasından bu yana geçen 5 yılda olduğu gibi yavaş bir öğrenim süreci olmaz bu.

Bu sürecin sorunda sorulacak sorular şöyle olacak:

1) Parasal genişleme yöntemiyle bilançosunu 3.6 trilyon dolara çıkartan FED, Amerikan ekonomisinde gerçekten büyümeyi hızlandırabildi mi? Yoksa alınan ders, bir ülkenin sadece merkez bankasının para basmasıyla ekonomik canlanmanın gelmeyeceğini, bunun yanı sıra, hükümetin ve yetkili devlet yapılarının elele uygun yapısal reformları  gerçekleştirebilme kabiliyetinde mi gizli? (Bunu birazda 30 Eylül ve Ekim ortasına doğru Kongre bütçe ve borç tavanı konularıyla mücadele ederken yeniden göreceğiz)

2) Ekonomik resesyon zamanlarında, parasal genişlemeye yönelen merkez bankaları gerçekten FED’in uyguladığı yöntem çerçevesindeki gibi uzun vadeli ve riskli varlık alımları mı gerçekleştirmeli? Yoksa bu varlıklarda kısmi şişkinlik yaratmak yerine kısa vadeli ve daha güvenli varlık alımları daha mı iyi sonuçlar doğururdu, küresel tahvil piyasasındaki etkileri ve oynaklıklar göz önüne alındığında? Şu ana kadar yapılan çalışmalar para politikası çerçevesinde kısa vadeli faizleri düşürmeye yönelik adımların ekonomiyi canlandırdığına işaret ediyor. Uzun vadeli alımlar ve faiz hedeflemesinin ise kanıtlanmış etkileri daha oluşmadı.

3) Parasal genişleme (QE) programlarının tahvil-bono getirileri üzerindeki etkileri kısa ve geçici mi? Şu ana kadar gerçekleştirilen bir çok çalışma, aslında QE programlarının tahvil-bono piyasasındaki getiriler üzerinde ‘uzun dönemde’ de etkili olduğuna işaret ediyor.

Çarşamba Beklentileri…

1) WSJ’in anketine katılan ekonomistlerin %66’sı tahvil alım programında bir kesintiye gidilmesini bekliyor. Ancak gördüğünüz gibi bu rakam %80’lerde değil. Bunun da temel nedeni ekonomist camiasına göre toparlanmanın sinyallerinin tam olarak pişmemiş olması.

2) Daha dikkatlice atılacak bir adım, öncelikle hazine bonoları alımının azaltımı yönünde olacaktır. Jackson Hole toplantısında Prof. Arvind Krishnamurthy’nin de sunumunda altını çizdiği gibi, FED eğer tahvil alım programında kesintilere başlamak isterse, bunun öncelikle hazine bonosu alımlarını azaltarak yapacaktır. Neden?

Çünkü bunun piyasa etkisinin “konuta-dayalı tahvillerden’’ (MBS) çok daha az olduğunu biliyoruz.   MBS’lerin piyasa üzerinde çok daha direkt bir etkisi var. FED’in ayda 40 milyar dolar seviyesinde gerçekleştirdiği MBS alımları, bu varlıklara diğer yatırımcılar tarafından da alım getirdiği için, MBS’lerin getirilerini oldukça düşük seviyelere çekti. Dolayısıyla hazine tahvilleri ve MBS arasindaki getiri farkını azalttı. Bu arada şu ana kadar reel ekonomiye yansıyan boyutuna baktığımızda, ABD’de 30 yıllık konut kredileri faizleri geçtiğimiz sene %3.55’lerdeydi. Şu anda %4.57 seviyesine çıkmış durumda.

3) FED’in tahvil alım programında kısıtlamaya giderken aynı zamanda büyüme beklentilerini aşağıya yönlü revise etmesi beklentisi de hakim.

4) Politika faizi konusunda biraz daha belirgin bir yol haritası iletişimine geçilmesi de (‘forward guidance’) diğer bir beklenti.

Bundan sonrasında bütün bu sorulara doğru cevapları aradığımız bir dönem olacak. Gelişen ve gelişmekte olan ülke hareketleri tekrar kutuplaşacak mı, yoksa her ülke kendi bacağından asılmaya devam mı edecek, izleyecek ve öğreneceğiz.