Dünya ekonomileri 2011 yılında önemli iklim değişiklikleriyle karşı karşıya kaldılar.
Önce Arap ülkelerinde bahar başladı. Sonra Avrupa kışa yakalandı.
Arap baharı hâlâ da sürüyor. Petrol ihraç eden ve bahar rüzgârına yakalananlar geçici bir dönemden sonra ekonomik durumlarını düzeltmeye başladılar.
Petrol ithalatçısı olanlar ise yapısal reformlara giriştiler. Önceliklerini politik olanlarına verdiler.
Ortadoğu ve Kuzey Afrika'daki değişim uzun bir zaman alsa da doğru yönde hareket ediyorlar. Sorunlarını çözme kararlılıkları var.
Avrupa ise önce sonbaharı yaşadı.
İngilizce'de sonbahar anlamına gelen "fall" kelimesi aynı zamanda "düşmek" için de kullanılır. Bu nedenle "Fall in Europe" başlığı ikisini de kapsayan bir deyim olarak tam yerine oturuyor.
Ne var ki Avrupa sonbaharı fazla hissetmeden kışı yaşamaya başladı. Küresel ısınmadan Avrupa'nın payına soğuklar düştü.
Hava gün geçtikçe daha da soğuyor. Bunun arkasından kar ve tipi beklenebilir. Gidiş o yönde.

EURO ELİTLERİ
Havası giderek soğuyan İtalya'dan sonra sıra İspanya ve Belçika'ya gelirse şaşmamak gerekir.
Bu durumda Euro Bölgesi'nde Almanya, Fransa ve Hollanda dışında hava değişiminden etkilenmeyecek kadar küçük yedi ülke kalıyor.
Bunlar Estonya, Slovenya, Malta, Güney Kıbrıs, Slovakya, Lüksemburg ve Finlandiya.
Geçen 12 yıllık sürede Euro Bölgesi'nin geldiği durum bu.
Daha doğrusu Euro elitlerinin Avrupa'yı getirdikleri nokta bu. Sabahtan akşama kadar toplantı yapıp bir sonuç alamayan ve 21. yüzyılın gerisinde kalmış bu elitler şimdi tüm şimşekleri üzerlerine çekiyorlar.
ABD Başkanı Obama, Cannes'da yapılan son G-20 toplantısı sonrası basının sorularını yanıtlarken bir gözlemini şöyle aktarıyor: "Avrupa Birliği'nde çok sayıda kurum var. Bunlar sürekli toplantı yapmakla zaman kaybediyorlar. İş yapamaz durumdalar." Doğru söze ne denilir.
Baş elit Sarkozy'nin ise İngiltere Başbakanı Cameron'a "Bizi eleştirmenden ve ne yapmamız gerektiğini söylemenden bıktık" şeklindeki sert çıkışı, Avrupa'nın içine düştüğü durumu açıkça gösteriyor.
Euro elitlerinin, finans piyasalarının globalleşmenin sonucu olarak geldikleri noktadan pek haberleri yok. Serbest bir biçimde akan sermayenin hızı konusunda bilgi sahipleri değiller herhalde. Demokrasinin eskiden kalma tanımlarını ve araçlarını hâlâ kullanma peşindeler.
Temel'in idama götürülürken son arzun nedir sorusuna verdiği yanıt gibi "Ha bu kriz onlara ders olur inşallah".
Tabii kışı donmadan atlatabilirlerse.

***

İlginç bir tesadüf

1990'lı yılların sonlarıydı. O tarihte Yunan Merkez Bankası Başkanı olan Lucas Papademos'un davetiyle Atina'ya gitmiştim.
Bir akşam Papademos beni, George Papandreu ve Mario Monti'yi eşlerimizle birlikte yemeğe çağırdı. Akropolis'in hemen altında yeni açılan bir müzede 4 çift yemek yedik.
O tarihte resmi bir görevi bulunmayan Papandreu ve eşi yemeğe deri ceketlerini giyip, motosikletlerine binip gelmişlerdi. Çok hoştular.
Mario Monti ise Avrupa Birliği Komiserliği görevini yürütüyordu.
Sohbeti güzel bir gece geçirdik.
Aradan 13 ya da 14 yıl geçti. Şu tesadüfe bakın. Şimdi birisi Yunanistan başbakanı oluyor. Diğeri ise İtalya'nın başbakanı.

Advertisement