Advertisement

Türkiye sinema tarihinin en akılda kalan filmlerinden birisidir kuşkusuz Vizontele. Filmin en akılda kalan sahnelerinden birisi ise DFKD üyelerinin, derneğin 3. kuruluş yıldönümü için devrimcilerin toplandığı kahvede Deli Emin’i Vatan Tepesi’ne yazı yazmaya ikna çabaları. Emin ile Keskin Servet arasında ortamın gerilmesi üzerine şöyle bir konuşma gerçekleşir:

Deli Emin: “Mahmut arkadaş, Nafiz arkadaş, bu arkadaşa söyleyin bana öyle bakmasın arkadaş!”

Mahmut arkadaş: “Servet arkadaş başka tarafa bak!”

Nafiz arkadaş: “En azından bakış açını değiştir.”  

Filmin üzerinden neredeyse 20 yıl geçti ama bu tek cümlenin akıllarda edindiği yer belki de hiç değişmedi: “En azından bakış açını değiştir.”

Dünyada teknolojik gelişmelerin her gün daha da hızlandığı ve katma değer üretmeyen çalışanların işlerini robotlara kaptırdığı bir ortamda özellikle gençlerimizin iş ve çalışmaya bakış açısı ciddi şekilde alarm veriyor. İstanbul Üniversitesi’nden Doç. Dr. Özge Gökdemir ve Marmara Üniversitesi’nden Doç. Dr. Devrim Dumludağ’ın yaptıkları bir araştırmaya katılan 2015 kişiden 1609’u iş bulmada torpilin önemli bir etken olduğuna inanıyor. Oysa yalnızca vasat firmaların torpil ile eleman alacağı, gelecek vaat eden, yenilikçi firmaların kalifiye ve donanımlı çalışana öncelik vereceğini unutuyoruz. Belki de bu nedenden katılımcıların %62’si ise yurt içi yerine yurt dışında çalışmayı tercih ediyor.

Genç işsizlik oranının %26,1 olduğu ülkemizde gençler yakın vadede işsizlik oranlarının düşeceğine de inanmıyor. Üstelik kronik istihdam üretimi yoksunluğumuzun yanında otomasyon ve robotların artık katma değeri olmayan bazı işlerde insanların yerini almaya başladıkları haberleri gün geçtikçe artıyor. İngiltere Ulusal İstatistik Bürosu tarafından yapılan bir çalışmaya göre ülkedeki 20 milyon çalışandan 1.5 milyonu, işini otomasyon veya robotlara kaptırmak üzere. Raporun belki de en can acıtıcı cümlelerinden bir tanesi ise şu: “Kadınlar, gençler ve yarı zamanlı çalışanlar, işlerini otomasyona kaybetme tehlikesini en yoğun yaşayacak gruplar.”  

Yani artık işgücü piyasası rutin ve tekrara dayalı iş yapanları değil, o işleri yapacak otomasyon yazılımlarını yazanları talep edecek. Mesleğini otomasyona kaybetme tehlikesi en düşük olan üç meslek grubu ise tıp, yüksek öğretim profesyonelleri ve eğitim kurumlarının kıdemli profesyonelleri.

Lise sonrası okula bir yıl ara veren İsveçliler

İşsizliğe çare bulmanın elbette matematiksel bir formülü yok. Fakat bir sorunun üstesinden gelebilmek için ilk adım bir sorun olduğunu kendimize itiraf etmektir ve ülkemizde hem işsizlik hem de çalışmaya bakış açısında ciddi sorunlar var.

Ne genç nüfusumuz uluslararası arenada rekabet edebilecek bir seviyeye gelebiliyor ne de toplum bu seviyeye gelinebilmesi için gerekli rehberliği sağlıyor.

Geçtiğimiz günlerde İsveç ziyaretim sırasında henüz 30 yaşında olan birkaç kişiyle bu konuyu konuştum. Göteborg Üniversitesi veri toplama takımı yöneticilerinden Klara Warnlöf Bové hayatının dönüm noktalarından biri olarak liseden sonra üniversiteye gitmeden önce okula verdiği bir yıllık arayı gösteriyor.

Bir yıllık arayı Arjantin’de bir sosyal yardım kuruluşunda çalışarak geçirdiğini belirten Bové, bu bir yılda İspanyolcayı tamamen söktüğünü söylüyor.

“Okula bir yıl ara vermek ve o dönemdeki aktivitelerim CV’mi güçlendirdi. Arjantin’deki İsveç Büyükelçiliği’nde staj yaptım, hayatım boyunca sürdüreceğim bağlantılar kurdum, yeni bir dil öğrendim, ne iş yapmak istediğimi anladım, aşık oldum, kendimi tanıdım…

Şimdi bir işveren konumunda çalışıyorum ve yurt dışına gidip kalmış olan adaylara çok daha öncelik veriyorum çünkü benim için bu bir cesaret, bir merak göstergesi.”

Yine henüz 30 yaşına yeni basmış olan ve Londra merkezli bir kripto para firmasında çalışan Ürdünlü Nareg Aslanian, liseden sonra okula verdiği bir yıllık aranın ve o arada yaptıklarının hayatında çok büyük bir yeri olduğunu söylüyor. Liseyi Norveç’in Red Cross Nordic UWC isimli okulunda 2006’da bitirdikten sonra bir yıl boyunca Etiyopya’da gönüllü olarak İngilizce dersi veren Aslanian hikayesini şöyle anlatıyor:  

“Ürdün’de okula ara vermek kabul edilemez bir şey ve ben annemle babamı ikna edemedim. Fakat buna rağmen gitmekte ısrarcı oldum ve İsveçli arkadaşımla bir yıllığına Etiyopya’ya gittim. Orada gördüklerim, yaşadıklarım, okulda ders vermek, okulun tamiratına yardımcı olmak, çocuklarla içli dışlı olmak hayatım boyunca sürecek değişiklikler yarattı. Hatta arkadaşımla beraber bir internet sitesi kurup Etiyopya’nın yerel kıyafetlerini dünyanın her yerine satmayı planlıyorduk ama başımıza talihsiz olaylar geldiği için bu planı gerçekleştiremedik.”    

Yani ülkemizde internet alışverişi henüz son birkaç yılda hızlı bir yükseliş gösterirken, Nareg ve arkadaşı henüz 2006 yılında “Etiyopya’dan ürünleri dünyaya nasıl satarız” diye kendilerine sorarak neredeyse kendi internet şirketlerini yaratacaklardı.

Hikaye sahibi bir diğer isim ise İsveç’in Göteborg şehrinde Bölgesel Yaşam Alanları Planlamacısı Anna Gustafsson. Göteborg çevresinin nasıl düzenleneceği ve hangi yaşam alanlarının nerede inşa edileceğine dair 20 yıla kadar planlar üreten Anna henüz 18 yaşındayken annesinin de desteğiyle 1 milyon kronluk (635 bin TL) bir kredi çekerek ilk yatırımını yaptı. Anne ve babası kendisi henüz çocukken ayrılan Anna evi nasıl aldığını, krediyi nasıl ödediğini, nasıl çalışmaya başladığını anlatıyor.

“Lise bittikten sonra üniversiteye başlamadan önce 3 yıl annemle beraber çalıştım. Bununla beraber haftada üç gün gece kulüplerinde bulaşık yıkayarak, giriş ücretlerini toplayarak çalıştım ama 15 yaşımdan beri hep çalıştım. İş dünyasıyla bağlantılarınızı ne kadar erken kurarsanız o kadar rahat iş bulabilirsiniz.  Bence buradaki anlayış şu: liseden mezun olmadan en az bir yazını çalışmış olarak geçirmiş olmalısın. Çiçek satabilirsin, gazete dağıtabilirsin, bulaşık yıkayabilirsin ama bir yazını çalışarak geçirmelisin.”

Kısacası gençlerimiz artık iş bulmaya bakış açılarını üniversite merkezli olmaktan çıkarmalı. Lisans, yüksek lisans elbette alınması gereken kritik ve çok önemli dereceler fakat bir insanı tek başlarına yeterli yapmıyorlar. Dil öğrenmek, dünyayı görmek, farklı kültürleri tanımak, kısacası sürekli bir merak ve cesaret sahibi olmak geleceğimizi kurtarmak istiyorsak olmazsa olmaz.