Türkiye, küresel iklim diplomasisinin yeni merkezi olmaya hazırlanıyor: COP31 Türkiye için benzersiz bir fırsat
Küresel iklim zirvelerinin bugünkü formuna ulaşması aslında uzun bir hikâye; bunu hepimiz biliyoruz. COP (Conference of the Parties) toplantıları, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin 1992 Rio Zirvesi’nde kabul edilmesinin ardından, 1995’te Berlin’de yapılan COP1 ile başladı. O tarihten bu yana her yıl düzenlenen COP’lar, dünyayı aynı masa etrafında buluşturarak iklim krizine karşı ortak taahhütleri güçlendirmeyi hedefliyor.
COP toplantıları; ülkelerin emisyon azaltım hedeflerini açıkladığı, uyum adımlarını paylaştığı, iklim finansmanı ve teknoloji transferi gibi kritik başlıklarda ortak politikalar geliştirdiği en üst seviye platform niteliğinde.
Bu ay COP30 Brezilya’da gerçekleşti; ancak açıkçası beklenen etkiyi yaratmadığını söylebilirim. Buna karşılık, COP29’u Bakü’de büyük bir başarı ve özenle hayata geçiren can Azerbaycan’ın organizasyon kapasitesi ve diplomatik başarısı geniş takdir topladı; ben de bunu sahada birebir gözlemlemiştim.
Şimdi gözler Türkiye’de. Türkiye, 2026 yılında ev sahipliği yapacağı COP31 ile sadece büyük bir organizasyonu üstlenmiyor; aynı zamanda küresel iklim diplomasisinin merkezine talip oluyor. Bu zirve, Türkiye için hem tarihî bir sorumluluk hem de ekonomik, politik ve toplumsal anlamda benzersiz fırsatlar sunuyor.
Diplomaside Yeni Perde: Türkiye’nin Konumu Daha da Güçlenecek.
COP’a ev sahipliği yapmak, ülkelerin uluslararası görünürlüğünü ve yumuşak güç kapasitesini ciddi biçimde artırıyor. Türkiye’nin COP31’e ev sahipliği yapması; Avrupa, Orta Doğu, Kafkasya ve Akdeniz üçgeninde bölgesel iklim liderliği rolünü güçlendirebilir. Bu sürecin, Türkiye’nin iklim politikalarındaki kararlılığını göstermesi, yatırımcı güvenini artırması, yenilenebilir enerji projelerine küresel fon akışını hızlandırması ve sürdürülebilirlik eksenli bir marka algısı yaratması gibi etkiler doğuracağına inanıyorum.
Ayrıca COP31 yalnızca kısa vadeli otel, ulaşım ve lojistik hareketliliği üretmeyecek; doğru yönetilirse uzun vadeli bir ekonomik dönüşümü tetikleyebilir. Türkiye’nin bu ivmeyi “kalıcı etki”ye dönüştürmesi için sektörlerin şimdiden hazırlık yapması kritik. Ülkemizin yenilenebilir enerji potansiyeli hâlâ büyük ölçüde değerlendirilmeyi bekliyor.
COP31 süreci; yeşil hidrojen, rüzgâr–güneş hibrit sistemleri, enerji depolama çözümleri, karbon yakalama ve dönüşüm teknolojileri gibi alanlarda ciddi yatırımların önünü açabilir.
Yeşil tahviller, sürdürülebilir finansman enstrümanları, karbon piyasaları ve iklim sigortacılığı gibi alanlarda Türkiye’nin bölgesel bir finans merkezi haline gelmesi de hiç uzak bir ihtimal değil.
Dünyanın neresine giderseniz gidin, hangi sektörde olursanız olun, yapay zekâ bugün en sıcak konu. Yapay zekâ destekli enerji optimizasyonu, akıllı şehircilik ve dijital sürdürülebilirlik çözümleri COP31’in önemli başlıkları arasında olacak ve Türkiye için kritik fırsatlar yaratacak.
Türkiye, COP31’i Nasıl Farklılaştırabilir?
Türkiye’nin bu zirveyi “bir COP daha” olmaktan çıkarıp “örnek gösterilen COP”
haline getirme şansı çok yüksek. Bunun için üç stratejik yaklaşım bence çok değerli olacağına inanıyorum.
Bölgesel mesaj ve çözümler: Akdeniz, Orta Doğu ve Karadeniz havzaları iklim krizinin en kırılgan bölgeleri arasında. Türkiye; su krizi, gıda güvenliği, orman yangınları ve iklim göçü gibi başlıklarda bölgesel odaklı gündemler oluşturabilir.
Türkiye Modeli: Kamu–özel sektör ortaklığı: Enerji, sanayi, lojistik ve tarım gibi alanlarda oluşturulacak ortak dönüşüm projeleri, “Türkiye modeli” olarak uluslararası alanda ilgi görebilir.
Karbon-nötr zirve organizasyonu: Dijitalleşmenin öne çıkarıldığı, sıfır atık yaklaşımının benimsendiği, toplu taşımanın entegre edildiği ve yerel tedarik zincirlerinin güçlendirildiği bir COP, gelecekteki tüm zirvelere örnek olabilir.
Son Söz: Dünya Aynı Sayfada mı Olacak?
İklim diplomasisinin en büyük sorunlarından biri, ülkelerin aynı hız ve kararlılıkla ilerlememesi. Yani ayni sayfada olmamalari! Çin başta olmak üzere bazı büyük ekonomilerin COP anlaşmalarındaki belirli bölümlere çekince koyması veya imza süreçlerini geciktirmesi küresel ilerlemeyi zorlaştırıyor. Aynı şekilde, ekonomisi petrol, doğal gaz ve kömüre dayanan bazı ülkelerin COP kararlarına tam destek vermediğini görüyoruz. Trump döneminde sürdürülebilirlik konularında ortaya çıkan negatif yaklaşım da finansman ve bağlayıcı taahhütler konusunda müzakereleri zayıflatma potansiyeli de hepimiz biliyoruz. ABD gerçekten ilginç; Demokratlar iktidardaysa COP’a tam destek veriliyor, Cumhuriyetçiler iktidardaysa COP’a daha temkinli bir yaklaşım söz konusu.
Türkiye’nin COP31 ev sahipliğinin en kritik sınavı tam burada olacak: Tüm ülkeleri aynı masaya oturtmak ve ortak, bağlayıcı sonuçların altına imza attırmak. Türkiye’nin COP31’de bu başarıyı daha da ileri taşıması; ülkelerin sorumluluk aldığı, net taahhütler verdiği ve küresel dayanışmanın güçlendiği bir sonuç bildirgesine imza attırması hem ülkemiz hem de dünya için tarihi bir adım olacaktır.
Türkiye, COP31 ile yalnızca bir ev sahibi değil; iklim çözümünün merkez aktörü olma iddiasını ortaya koyuyor. Bu fırsatı nasıl değerlendireceğimiz ise önümüzdeki iki yıl boyunca atılacak adımlarla şekillenecek ve biz de gelişmeleri yakından takip edeceğiz.