Advertisement

Perşembe günü Orta Vadeli Plan (OVP) açıklanıyor. Piyasa çok uzun süredir bu programa  fazla anlam yüklemekteydi. Dolayısıyla haftanın en önemli gündem maddelerinden bir tanesi. Böylece faiz artırımının ardından piyasaların uzun süredir beklediği ikinci aşama da gerçekleşmiş olacak.

Geçtiğimiz hafta gelen faiz artışı (625 baz puan) temelde üç amaca hizmet etmekte.

- Finansal istikrarın daha fazla zedelenmesini önlemek

- Rayından çıkmış olan enflasyon beklentilerinin kontrol altına alınma çabası

- Ve elbette, “ben hala burdayım ve görevimi yapıyorum” diyen bir TCMB.


Bu üç konu ilk aşamada piyasada güven yönünden bozulan algıyı bir miktar tamir etti. Ekonominin diğer karar birimlerine zaman kazandırırken, nefes aldırdı. Bunu da 1) değer kazanan TL’den 2) 200 baz puana yakın düşen 10 yıllık tahvil faizinden görüyoruz. Demek ki piyasanın görmeyi arzu ettiği son derece net olan bir hareket gerçekleşmiş. Olumlu. Gerekli ama yeter koşul değil.

Türkiye’nin iktisadi olarak geçtiği süreçte yaşadığı problemler keşke faiz ile çözülecek kadar basit olsa. Sırada OVP var. Elbette detayları çokça tartışılacaktır fakat temelde iki unsara bakacağız.

- Para politikası ile senkronize olmuş, koordineli ve ekonomide dengelenmeyi destekleyen bir program mı?

- İkincisi ve daha önemlisi şeffaflık. Yani hangi harcama kaleminden ne kadar tasarruf edilecek. Gelir kalemleri gerçeklerle ne boyutta tutarı ve uyuşuyor. Bir defaya mahsus gelir hesapları hangi boyutta. Hangi yatırımlar devam edecek hangisi sürdürülecek, bunların cevaplarını net şekilde görüyor olmamız lazım.

Özetle, ancak altı doldurulmuş, tutarlı rakamsal bir mali çerçeve piyasayı tatmin eder. Bu olduğu takdirde piyasa OVP’yi sever. Faizde ve kurda bir tur daha gerileme görürüz. Lakin rakamsal olarak güçlü gözükse de, tüm bunların aksi gibi, altı dolu olmayan harcama kalemleri, tasarruflar veyahut erişilmesi mümkün olmayan gelir projeksiyonları da aksi etki yaratır. Haliyle piyasa da risk barındıran bir dokumanı satın almaz. 

Olumlu senaryoya bakalım. Piyasanın sevdiği, tutarlı güçlü bulduğu bir mali program sunuldu ve finansal piyasalarımızda risk algısı da düşüyor. Peki buraya kadar mı. Asıl temel sorun ve zor süreç de burada başlıyor. Özel sektörün borç yükü, tahribata uğramış bilançolar ve baskı altında kalmış bankalar. Kredi mevduat makasının önemli ölçüde açıldığı, bankalarımızın kredi vermekte çok da istekli olamadığı ve likit kalmaya çalıştıkları, aynı zamanda da özel sektörün önemli dış borç çevirme yükünün olduğu bir dönemdeyiz.

Dolayısıyla politikayı ve söylemleri dışarıda bırakırsak, içinde bulunduğumuz sürece iktisadi açıdan üç aşamada bakmalıyız. 1) TCMB 2) Maliye politikası ve OVP 3) Bilançoların tamiri.

Birinci ve ikinci maddeler tek tek kurumlara ve kamuya ait olduğu için bu yönde adımlar atmak görece kolaydır. Lakin son madde (bilanço tamiri) işin içine hem özel sektörü hem de bankaları kattığı için hem çok zor hem de Türkiye2nin çok da fazla deneyimi olmadığı bir konu. Bu yüzden kısa vadede piyasalar TCMB’yi ve OVP’yi olumlu anlamda satın alır, fakat orta uzun vadede bahsettiğimiz bu son madde iktisadi gidişatı şekillendirecektir. Burada da temelde yapılması gereken, sonsuza kadar kredilerde yeniden yapılandırma yapamayacağınız için, taraflarca belli borçların sermayeye dönüştürülmesi işleminin programlı bir şekilde uygulamaya sokulmasıdır. Bunun için de ekonomimizin önemli bir ek finansmana ihtiyacı vardır. 

PS: Kurumların güçlendirilmesi, yönetişimin yeniden sağlıklı hale getirilmesi, global piyasaların aleyhimize olması ya da dış politikaya dair gelişmeler ise hali hazırda yukarıdaki senaryoyu dallandırıp budaklandırmakta.