Advertisement

Para politikasını düzeltmediğiniz sürece enflasyonu çözemiyorsunuz.

Yaklaşık üç aydır ekonomide attığımız adımların tamamen global trendlerden uzaklaştığı ve enflasyonda kontrolü kaybettiğimiz bir süreç yaşıyoruz.

Enflasyon dinamiklerine baktığımızda bunun global kaynaklı olduğunu söylersek eksik kalırız. Global enflasyon var fakat tüm merkez bankaları bu enflasyonu kontrol etmek için adımlar atıyor. Biz ise rüzgârın tamamen aksi şekilde faiz indirdik. Dünyada enflasyon ortalama %7-8’lere yükselmiş durumda, doğru. Türkiye’de enflasyon %36 ve %45-50’ye gidiyor. Bunun 2 temel sebebi var. Birincisi attığımız adımlarla kuru zıplattık, hane halkının döviz talebi şiddetlendi. Kur geçişkenliği çok hızlı ve çok yüklü oldu. Bunun altında yatan sebep ekonominin ısınmış olması. Yani potansiyelinin üzerinde büyümesi. Talep son derece enflasyonist. Dolayısıyla hem eskisinden daha hızlı, hem de daha yüklü bir kur geçişkenliği söz konusu. Oysa global tarafta enflasyonun temel sebebi daha çok arz yanlı, talep de ikinci faktör. Global enflasyona atıfta bulunurken bunun bizdeki enflasyonun küçük bir parçası olduğunu söylememiz lazım. Diğer türlü yanılmış oluruz. Bugün USDTRY Ağustos'taki gibi 8.50 seviyesinde olsaydı, enflasyonumuz da %35’lerın üzerine fırlamamış olurdu.

Evet hızla düşen enflasyon görmezdik ama %50’ye doğru giden bir enflasyon gündemimiz de olmazdı. Aradaki fark bu.

Dolayısıyla konuya yalnızca “USDTRY 18 oldu şimdi 13’e geldi neyse ki” penceresinden bakmaktan ziyade bu sistemi sürdürmek için her gün yeni adımlar atmak durumunda kalışımız, bankacılık sistemini / TL likiditesini zorlamamız, hepsinden öte enflasyonda yaşadığımız kontrol kaybı ve istemediğimiz bir sürece daha da yüksek bir faiz ortamına doğru gittiğimizi kabul etmeliyiz. Resmin tamamına baktığımızda, evet temennilerimiz mevcut, fakat bugünkü makro rakamlar, gerçekler bizi bu temennilerden çok uzaklaştırmakta.

Elbette faizin kalıcı şekilde düşmesi tüm reel kesimin arzu ettiği bir durumdur. Fakat bunun sürdürülebilir olması lazım. TCMB faiz indirmeye başladığından bu yana, düşen tek şey politika faizi. Başka hiçbir faizde düşüş olmadığı gibi ciddi anlamda yükseliş var. Çünkü enflasyonu kontrol etmeden attığınız bu adım hiçbir dönem hiçbir ekonomide kalıcı faiz düşüşüne götürmez. Bu iktisadi kuraldan saptığınızda, sürekli olarak yeni önlemlerle sisteme ek adım sunmanız, sürekli zaman kazanmanız gerekir. Gün sonunda da ülke merkez bankasının etkinliği kalmaz. Böyle bir durumda da yatırım, üretim, istihdam gibi kalemlerde ekonomiyi bir yukarı taşıyacak olan seviyeden daha da uzaklaşırız.

Kuru da mikro yöntemlerle tutmaya çalışıyoruz. Son attığımız adımda şirketlerin dövizden dönüşünü sağlamak için kurumlar vergisi muafiyet avantajı sağladık. Yani elinde dövizi olan şirket bunu TL’ye döner ve 3 aylık (ya da 6, 12) kur korumalı TL mevduata geçerse, hem son çeyrek 2021’deki kur gelirinin vergiye tabi olmasında kurtulacak, hem de bu bağladığı paranın kazancı olan mevduat faizinden elde ettiği gelir istisna tutulacak. Dolayısıyla elinde dövizi olan ve bu dövize de üç ay içinde ihtiyacı olmayan (atıl dövizi olan) şirketler için rakamsal olarak çok ciddi bir avantaj. Böyle kaç şirket vardır ki.. diye düşünmekten ziyade resmin bütününe bakarsak bunu yapacak şirketler vardır elbette. Kısa vadede döviz bozumu da görürüz. Toplamda son bir aydır attığımız mikro döviz yönetme adımlarında, ihracat bedellerinden bir miktar gelecek, hanehalkından az da olsa gelecek ve şirketlerden de bir miktar gelecek şeklinde bakmak daha faydalı. İşe yarar mı? Sadece sorunu öteleriz. Gün sonunda sadece dövizler el değiştirmekte. Oysa ki Türkiye ekonomisinin taze döviz kaynağına ihtiyacı var.

Öte yandan 3 ay sonra şirketlerin bu uygulamanın ardından, yeniden döviz talep etme riski de mevcut. Kaldı ki Mart Nisan döneminde enflasyon daha da yükseliyor olacak. Global finansman koşulları da daha sıkılaşacak.

Bunların ötesinde, bu yükümlülükler, Hazinemiz tarafından karşılanacak. Dolayısıyla reel kesime bir kaynak aktarımı yapılırken, yük bütçeye gelecek. Bütçeye gelen her yükümlülük de topluma, hepimize yük demek.

Geldiğimiz noktada bir taraftan döviz bulmak için her yönteme başvurmak zorunda kalmış bir ekonomi yönetimi, bir taraftan da kontrol edemediğimiz bir enflasyon mevcut. Enflasyonu da %45-50’lerden döndürmemiz, bugün konuştuğumuz kadar kolay bir mesele de değil. Kur riskimiz sürmekte.

Konu sadece cari açık değil, artan döviz bulma maliyetimiz

Türkiye’nin 2022 yılında brüt yaklaşık 170 milyar dolar dış borç ödemesi mevcut (kamu+özel sektör). 2022 yılında 20 milyar dolara yakın cari fazla versek dahi, hiç yoktan taze 150 milyar dolar bulmamız lazım ki, 150 milyar dolar ödememizi çevirebilelim. Bu parayı bulamadığımız yıllar 2018 ve 2020. O dönemlerde de TCMB rezervlerini harcadık. Bugün ise TCMB rezervlerimizin çok büyük kısmı yükümlülükten oluşmakta. Bu yüzden de her yeni gelen adım TCMB’nin döviz biriktirme stratejisi üzerine. Bunu dış kaynakla yapmalıyız, reel kesimin ya da hanehalkının cebindekini TCMB’ye koyduğumuzda temel mesele çözülmüyor. Rezerv ülkemizin rezervi çünkü. Dolayısıyla yeteri miktarda döviz rezervimiz yok ve son 3 aydır da harcıyoruz zaten o rezervlerden.

2022’de tamamen değişen bir global para politikası olacak. Sadece FED’in faiz artırımı değil, bilanço küçültmesi, yani var olan dolar miktarını azaltmaya başlaması söz konusu. Bunun Türkiye açısından iki anlamı var. 1) Dünyada dolara erişim daha da zorlaşak 2) O dolara erişme maliyeti de yükselecek. Bu hem global artan faiz ortamı kaynaklı, hem de bizim uyguladığımız politikalar sonucunda artan enflasyon ve artan risk primi ile, dış borçlanma maliyetimizin yani döviz bulma maliyetimizin artmış olması ile ilgili. Hatırlarsak eurobond faizimiz dahi son 3 ayda %5’lerden %8’lere gelmiş idi.

Dolayısıyla ülke olarak ihtiyacımız olan taze döviz net. Biz ise var olan dövizi, bir yerden alıp bir yere sokuyoruz. Örneğin hanehalkından alıp, TCMB’ye koyuyoruz. Yada ihracatçıdan alıp TCMB’ye geçiriyoruz. Oysa ki temel sorun, bir yıllık vadede var olan taze döviz ihtiyacımızı çevirmek. Bunun öncelikli yolu aslında ülke risk primini yükselten her adımdan kaçınma idi ama maalesef tam tersi oldu.

Geçtiğimiz 20 yılda Türkiye ekonomisi doğru adımları atarak enflasyonu tek haneye indirebilmiş bir ekonomi. Merkez Bankaları gerektiğinde faiz artırır gerektiğinde de indirir. Bu yoldan sapmamak gerekiyor. Sermaye hareketleri açık bir ekonomide yaşadığımız faydaları 2012 2013’e kadar hızla artan ve 960 milyar dolara ulaşan milli gelirimizde görmek mümkün. Verimlilik artışlarına ne zaman ulaştığımıza bakarsak resim daha da netleşir. Ne zaman ki iktisat kurallarından sapmaya başlıyoruz kademeli olarak verimlilik düşüyor, milli gelir düşüyor, enflasyon da yükseliş başlıyor ve gün sonunda refah kaybıyla karşı karşıya kalıyoruz.

Bugüne kadar enflasyonu azımsadık. Bugün dünyada enflasyonu kontrol etmeden refah artışı sağlayan bir ekonomi mevcut değil.